Laptop’un
kapat tuşuna bastığım anda ekran karardı ve masa
lambasının ışığında ayna gibi yüzümü
yansıtmaya başladı. Aynalardan ne kadar
kaçarsam kaçayım, bir yerde bir şekilde karşıma çıkıyor yüzüm…
Tamam kendimi bildim
bileli kiloluydum ama son yıllarda böyle olmaktan nefret eder hale geldim.
Hareket etmekte, hatta nefes almakta bile zorlanıyorum. İşim masa başında. Fazla hareket etmeme
gerek yok. Üniversitede okurken de kiloluydum ama o zaman sadece derslerle
ilgilendiğim için sorun olmuyordu. Asıl
mesele sanırım şimdi farklı şeylerle ilgilenmeye başlamış olmam…
Diğer çocuklar kadar rahat
hareket edemediğimi, onlar kadar atak olamadığımı o zamanlar fark
edemiyordum sanırım. Ya da ailemin tek prensi olarak umursamıyordum.
Eylül’e göre benim kilo problemim çok
basit bir şeymiş. Ancak psikolojimin
düzelmesi daha önemliymiş. Sanırım buradan da anlamışsınızdır, kendisi psikolog…
Klinik psikolog hem de… Ve en büyük hayali benim üzerimde deneyler yapmak.
Bugüne kadar onunla dalga geçip durdum. Ama son bir aydır, acaba kendimi
Eylül’ün ellerine teslim etsem ne olur diye düşünmeden edemiyorum.
Ertesi
günü işyerine her zamankinden erken
gittim, Buse’nin asansörden indiğini görür görmez aplikasyonu telefonuna
yolladım. Bildirim sesi gelir gelmez de soluğu tuvalette aldım. Allahım nefes bile
alamıyorum. Acaba sonucu ne olacak? Normalde de ağır kanlı bir insan olduğum için hızlı hareket ettiğim söylenemez ama bugün
tuvalette her zamankinden fazla kaldım. Buse ya aplikasyonu indiremediyse… Ya
içindekileri anlamadıysa diye endişeliyim. Ama bu kadar uzun süre kalırsam diğer çalışanlar şüphelenecek deyip kapıdan
çıktım.
Köşeyi dönerken bizim bölümden
kahkaha sesleri geliyordu. Buse ‘Emre Taner kim? Hani şu şişko olan mı?’ diye sorarken
benim suratımın taklidini yapmaya çalışıyor, yüzünü şişirmek için şekilden şekile giriyordu. Karşısındaki kızlardan biri de
‘Evet o… Demek sana aplikasyonla ilanı aşk etmiş ha’ diye karnını tuta tuta gülüyordu. Karşısındaki erkeklerden biri
‘Aslında patron duysa o aplikasyonu hemen kullanıma sokardı ha’ diye
söylenirken daha fazla ilerleyemeyeceğimi anladım. Buse benim hislerimle resmen dalga
geçiyordu.
Masamda özel eşyam olabilecek hiçbir şeyim yoktu. Cep telefonum da
yanımdaydı. Bizim bölüme bakan müdürü arayıp rahatsızlandığımı, eve gideceğimi söyledim. 5 yıldır ilk
kez böyle bir şey söylediğim için adam şaşırdı ama hayır da diyemedi.
Ben de benim için büyük, ancak başkaları için ağır çekim adımlarla asansöre binip bir taksi
çevirdim. Zorlukla kendimi içine attığımda adres olarak evimi değil de Eylül’ün işyeri adresini verdim.
Yarım saat sonra
karşısında oturmuş hem ağlıyor, hem de kantinden
istettiğim tostu yiyordum ki Eylül
elime vurdu. Tost yere düştü. Başka zaman olsa olay çıkarırdım
ama sanırım ağlarken bunu yapmak zor geldi ve sadece ağzım açık ona bakmaya başladım.
İşyerindekiler kararıma şaşırsa da sağlığım için yapmam gerektiğini söyleyince fazla sorun
çıkarmadılar. İşler bir şekilde yürüdükten sonra benim
yanlarında olup olmamam onlar için o kadar da önemli değildi sonuçta.
Spor yapmadığımız ve yemek yemediğimiz her an konuştuk. Çocukluğumuzdan beri bu kadar çok
konuştuğumu hatırlamıyorum. Eylül de
benimle birlikte kendini kampa sokmuştu ve balıketli Eylül, on beş günün sonunda fıstık gibi
olmuştu. Arada çıkan kış güneşi ikimize de iyi gelmişti. On günün sonunda tartıda
sadece 5 kiloluk bir azalma vardı ama bu benim için fitili ateşleyen bir şey olmuştu. Kendimi daha fazlası için
hazır hissediyordum.
Eylül 15 günün sonunda dönerken yalnız kalacağım için içime bir hüzün çökse
de bunu ona belli etmedim. Ben iki ay daha burada spor hocası ve
diyetisyenle çalışıp İstanbul’a dönecektim. Orada
da spor ve diyete devam edecektim. Ama buradaki kadar sıkı şartlarda değil.
Bir ayın sonunda 95 kiloya düşmüştüm. Sağlıklı beslendiğim ve spora alıştığımdan olsa gerek, kendimi
daha aktif ve heyecanlı hissediyordum. İşyerinden birlikte çalıştığım insanların sosyal medya
hesaplarına da bakıyordum. Tamam stalk’lıyordum ama bu can sıkıntısı için bir
çeşit eğlence yöntemiydi benim için.
Ve bir gün bu turlarım sırasında Buse’nin, işyerinde benim yanımda oturan Mete ile çıkmaya
başladığını duyuran facebook mesajını
gördüm.
Benimle ettiği onca alayın ardından karşısına zayıflamış ve kendine güvenli şekilde çıkacak ve belki de
“Aman Allahım ben neler kaçırmışım”
diyecekti. Yani hayallerim bu yöndeydi. Ama aldığım bu haber “Bunca şeyi niye yapıyorum” diye düşünmeme neden oldu. Az daha
diyetimi bozacaktım ama dolapta hiçbir şey olmadığı - ve gecenin üçünde açık bir yer bulmaya üşendiğim - için bozmadım. Ama o gece
uyuyamadım da… Dolayısıyla sabah 5’te koşarken çok yorgundum ve hemen tıkandım.
Çeşme’deki kamp günlerimin son
hafta sonuna girmişken ve sabah yürüyüşünden sonra gelmiş yatağımda kestirirken üstüme bir şey atladı. Daha doğrusu biri… Eylül bana sürpriz
yapmak istemiş, birlikte dönelim diye hafta
sonu için benim yanıma gelmiş.
Kalçasını tuta tuta
mutfağa giderken, "Bu ne biçim karşılama yav" diye söyleniyordu.
“Sen de ne korku filmi gibi üstüme atlıyorsun ki, şoke oldum ne yapayım”
deyiverdim üste çıkmak için. Aslında haklıydı. Benim için onca uğraşmış, yalnız dönmeyeyim diye izin
alıp gelmişti ve ben kıza nasıl
davranıyordum.
Belki de hayatımda ilk kez utandım. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Çayı alma bahanesiyle mutfağa gittim. Ben kendimi her gün
gördüğüm için olsa gerek pek fark
etmiyordum zayıfladığımı. Tamam on kilo daha zayıftım
buraya geldiğim güne göre… Ama yine de yolun başındaymış gibi hissediyordum.
İstanbul’a
döndüğümüzde Eylül annemlerin evinden artık ayrılmam gerektiğini söyledi. Benim
zayıflamaya çalıştığımı gören babaannemin bir yerine inme inebilirmiş. Ve hatta
zamanında onun aşırı beslemesine ses çıkarmayan annem bile ona destek
verebilirmiş. Kerem zaten okul ve iş bahanesiyle çoktan evden ayrılmıştı. Ama
benim ayrılmamı ailem nasıl karşılar bilemiyordum. Hem öyle ha deyince de
kiralık eve çıkmak içimden gelmiyordu. Buna da çözümü Eylül buldu. Babasından
kalma evde, hastanede birlikte çalıştığı Melisa’yla birlikte kalıyordu. Bir
odaları da boştu. Eğer istersem en azından diyet ve spor programım bitene kadar
onlarla kalmamı teklif etti. Alt katlarındaki spor salonu da benim için idealdi.
Fazla düşünmedim bile…
Babam evden gittiğime ‘benim adına’ sevindiğini
söylerken babaannem gözyaşlarını gizleme peşindeydi. Ama sanırım babamın yaptığı
bir konuşma yüzünden ne o, ne de annem itiraz etti. Böylece ben de ailemden bir
köprü uzağa taşınmış oldum. Zaten pek bir eşyam yoktu. Bavulum ve laptopumu
aldıktan sonra yerleşmiş oldum. Annemin verdiği sıfır nevresim takımlarını da
unutmayayım. İyice kızdırmamak için aldım ve hatta Eylül’le birlikte
nevresimleri yataklara da serdik.
O gece bu yabancı odada, yabancı yatakta
yatarken hayatımda çok radikal bir değişiklik yaptığımın ayırdına vardım. Çeşme’ye
gittiğimde de bir şeylerin değişeceğini hatta değiştiğini hissediyordum ama bu,
evden ayrılmak, kendi ayaklarım üstünde durmak adına büyük bir adımdı.
Spor
ve diyete devam ettim. Daha doğrusu yeme düzenim tamamen değişirken, spor da
rutinim haline geldi. Ama eskisi gibi ağır spor değil. Her sabah sahilde 5
kilometre yürüdükten sonra spor salonunda hafif spora devam ettim. Altı ayın
sonunda işyerine dönme kararı aldığımda 80 kiloydum. Kaslı bir insandım.
Saçlarımı da Eylül’ün isteğiyle farklı bir modelde kestirmiştim. Hatta
gardırobumu da Eylül’ün yardımıyla baştan sona yenilemiştim. Dışardan da olsa
çalışmaya devam edip maaşımı da aldığım için para konusunda sorunum yoktu. İşe
dönmeye, Buse’ye neler kaybettiğini göstermeye hazırdım!
xxx
Son
zamanlarda aynı evi paylaştığım Eylül ve Melisa arasında acayip bir gerilim başlamıştı.
Her konuda fikir ayrılığı yaşıyorlardı. Ne kadar samimi olduklarını bilmesem
bir şeyi paylaşamadıklarını düşünecektim ama herhalde benim hüsnü kuruntumdu.
Eylül
de bana eskisine göre daha mesafeli davranıyordu. Televizyon seyrettiğimiz
akşamlarda eğer Melisa odadaysa o da geliyor, suratını beş karış asıp ekrana
bakmaya başlıyordu. Ben odama çekildiğimde ikisi de odasına gidiyordu. Garip
bir şeyler dönüyordu ve ben bunu çözecek kadar ‘kız dili’ bilmiyordum.
Aynalarla
henüz tam anlamıyla barışmış sayılmazdım. Özel olarak asla aynaya bakmıyordum.
Ancak yeni bir şey denerken falan. Ama bu akşam eski mahallemizden ortak bir
arkadaşımızın nişan törenine giderken kendime her zamankinden fazla özen
gösterdiğimi fark ettim. Giyindikten sonra alıcı gözüyle aynaya baktım. Bakar
bakmaz da arkada başka biri mi var diye aranmaya başladım. Aman Allahım bu ben
miydim? Gayet fit bir vücut… Neredeyse kaslı… Yeni saç modelim yüzümü daha da
ince göstermiş. Gözlerim artık tamamen yeşil ve benim kirpiklerim meğer ne
uzunmuş. Yani aynaya baktığımı bilmesem ‘Kim bu yakışıklı’ diyeceğim, o derece!
Hazır
olup olmadığımı anlamak için kapıyı tıklatıp cevabımı bile beklemeden kafasını
uzatan Eylül’ün yüzünün şekli bir anda değişmese belki ben aynaya bakmaya devam
ederdim. Ama Eylül’deki ani değişim ona dönmeme neden oldu. "Bir şey mi oldu?"diye merakla sordum. Sanki birden bir yerine ani bir sancı vurmuş gibi
kalakalmıştı. Önce dikkatle bana baktı, sonra "Yok bir şey, hazır mısın?" diye
sordu. ‘Vardı bir şey’ ama güya benim en iyi arkadaşım olan kişi bunu bana
anlatmaya hazır değildi. Belki de o anlatıyordu da beynimin kilolarımla
birlikte giden kısmında kalmıştı anlayan yerlerim.
xxx
Centilmence
kolumu uzattım, ona eşlik ederek kapıdan çıktık. Nişan töreni lüks bir
oteldeydi. Belki de ilk kez Melisa olmadan baş başa kalıyorduk. Hayatımla
ilgili o büyük kararı verdiğimden beri ilk kez dışarıda bir yere çıkıyordum.
Benim için bu gece adeta bir test gecesiydi. Bakalım insanlar bendeki değişimi
fark edebilecek miydi?
Ve
bu cumartesi gecesini atlatırsam, pazartesi sabahı işte nasıl bir tepkiyle
karşılaşacağımı merak edecektim bu sefer de…
Eski
mahallemizdeki insanlar ailemi de çağırmıştı. Onlar da beni yaklaşık dört ay
sonra ilk kez görecekti. Dört ayda sadece iki kez kahvaltıya uğramıştım. Annem
ve babam telefonda sitem etse de onlara da ne kadar değiştiğimi göstermek
istiyordum.
Eylül’le
birlikte kapıdan adımımızı attığım anda önce annem, sonra babam kalakaldılar
oldukları yerde. Sanki çok ünlü biri girmişti de içeri herkes ona bakıyordu.
Eylül’ün elini bırakıp onların yanına gittim. “Neden öyle vurgun yemiş balık gibi
bakıyorsunuz, benim işte tanımadınız mı?” dedim. Annemin yanaklarından süzülen
gözyaşlarının iyi mi yoksa kötü mü olduğunu çözmeye çalışırken babam “Oğlum
Emre, bu sen misin? Eylül olmasa başkası der geçerdim yanından” deyince bu kez
şaşırma sırası bana geldi. “O kadar mı değişmişim baba?” diye sordum. Annem
gözyaşlarını çantasından çıkardığı mendile silerek “Harika olmuşsun. Bir anne
oğlunu tanıyamaz mı? Valla ben tanıyamadım” dedi. Sanırım ‘harika’ lafı
yüreğimdeki taşı kaldırıp attı. Sırtım dikleşti. İkisinin arasına girip
yürümeye başladık. Beni eskiden tanıyan herkesin ağzı bir karış açık kalıyordu.
Sonrasında yanıma gelip benim o olduğumdan emin olmak istiyorlardı. Eylül ise
duvara yaslanmış, bizi izliyordu. Biraz gururla… Ama daha çok hüzünle…
Gurur
kısmını anlıyordum. Ben onun eseriydim. Ama hüzün… Onun nedenini çözmem
lazımdı. Bir psikoloğu çözmek de pek kolay olmasa gerek. Kadınları kim anlamış
ki ben anlayacağım? Ama yılmayacağım. Ben ki 6 ayda 25 kilo verdim. Artık
hayata bir Çinli gibi bakmıyorum, göz rengimi biliyorum. Ve bir boynum oldu
yeniden… Daha hareketliyim. Hemen yorulmuyorum. Ve şu nişan törenine katılan
kadınların bakışlarından yanlış anlamıyorsam, yakışıklıyım da…
Anne
babamı tanıdıklarla bırakıp Eylül’ün yanına geldiğimde sırıttım. “Eee sence
testi geçtim mi?” diye… “Ne testi?” diye tersledi Eylül. “Sence bende bir
değişiklik yok mu Eylül?” diye biraz da bıkkınlıkla sordum. “Olmaz mı?” dedi,
yarım ağız güldü, ya da bana öyle geldi. Sonra da hızlı adımlarla ayrıldı
yanımdan. Baktım tuvalete gidiyor, peşinden gitmedim önce… Ama sonra tuvaletin
yanındaki çıkıştan yangın merdivenlerine doğru dönünce ben de peşine takıldım.
Çatı
katında, insanların sigara içtiği bir yer gibi gözüküyordu, bir duvar dibine
sinmiş ağlıyordu Eylül. “Allahım ben ne yaptım?” diye… “Kendi ellerimle onu
başkaları için hazırladım. Buse bile onu görünce pişman olup üstüne atlayacak.”
Acaba
kilolar giderken kulaklarımda hasar mı bırakmıştı. Eylül benim hakkımda bunları
mı düşünüyordu yani… Beni beğeniyor muydu? O benim çocukluk aşkımdı. Ama hiçbir
zaman ulaşamayacağımı bildiğim için kaybetmemek için hep ‘arkadaşı’ kaldım.
Onsuz bir hayatı asla düşünmedim. Zamanla duygularım aşktan evrilse de bu gece
duyduklarımdan sonra küllerin arasındaki közler yeniden alev aldı.
xxx
Filmi
geriye doğru sarınca Melisa ile aralarının kötü olmasının nedeni de acaba ben
olabilir miyim diye düşünmeye başladım. Ne yani Eylül beni mi kıskanıyordu? Hem
de en yakın arkadaşından. Yıllarca kardeşimin yaşadıklarını bizzat ben de mi
yaşayacaktım. Eylül’ü duyduğuma dair hiçbir işaret vermeden biraz da hızlı
adımlarla tekrar salona döndüm. Yaklaşık on dakika sonra da Eylül döndü. Yüzü
ağlamış da bunu saklamak için zaman geçmesini beklemiş gibiydi. Makyajı
geldiğimiz kadar mükemmel durmuyordu ama hala çok güzeldi. Omzuna doğru
eğildim, “Asıl sınavım pazartesi günü başlıyor, biliyorsun değil mi?” dedim.
“Buse de neler kaçırdığını görmeli. Ama bu kez ona aplikasyon hazırlayan aptal
aşık yok karşısında. Ayaklarıma kapanmadan olmaz” dedim.
Eylül
yüzüme garip garip baktı, gülmesine engel olamayarak “Aman Allahım bir canavar
yaratmışım. Emre Tanerstein” dedikten sonra nişan töreninin başladığı salona
doğru yürümeye başladık.
Nişandan
sonraki kokteylde Eylül, sanırım unutmak istediği şeyler vardı, biraz fazla içmişti.
Ben ise içiyormuş gibi görünüp tek kadehle bütün geceyi geçirmiş, hatta onu da
bir köşeye bırakmıştım. Ama biraz alkollü olduğum izlenimi vermek fena olmazdı.
Böylece yarın hatırlamıyorum numarasına yatabilirdim.
Taksiyle
dönerken Eylül’ün omzuna koydum başımı. “Sanırım çok içtim, başım dönüyor”
dedim. Eylül kıkırdadı, “Ben de pek iyi sayılmam” diye… “Neden gülüyorsun” diye
sordum. “Melisa bu gece evde yok” diye yanıt verdi. Aklımda deli sorular. Bu
kız benim sarhoşluğumdan mı faydalanacak yoksa?
Taksiden
inip güya evin anahtarını zar zor bulup içeri girdiğimizde içerisi karanlıktı.
Işığı açtığımda Eylül’ün koltukta sızdığını gördüm. Gülümsedim. Öyle güzel,
öyle masum duruyordu ki… Aslında ona biraz kızmadan da edemiyordum. Ancak
zayıflayınca farkıma varmıştı. Ben o şişman halimde kalsam, sadece ‘arkadaş’
olarak devam edecekti.
Ne
kadar kızsam da centilmenliği elden bırakmadım onu kucağıma alıp odasına,
yatağına götürmeye karar verdim. Kucağıma alır almaz kollarını boynuma sardı.
“Çok güzel kokuyorsun. Tıpkı deniz gibi… Güneş gibi…” dedi. Güneşin bir kokusu
olması fikrine gülerken yatağına bıraktım usulca… Elbisesi pek rahat değildi.
Straplez şeklindeydi, arka fermuarını açınca çıkarması kolay oldu. Ancak ben
içinden çıkanlara pek hazırlıklı olmadığım için yutkundum. Elbisesini düzgünce
bir kenara koyup üstünü battaniyeyle örtüp hızla çıktım.
Hayatımla
ilgili şimdiki planım Eylül Hanım’ı, bana yaptıklarına pişman etmek. “Şişmanken
sadece ‘arkadaş’ olan Emre’yi başkalarına ellerinle yollamak neymiş göreceksin”
diye düşünürken yüzümde kocaman bir gülümsemeyle uyudum.
Pazar
sabahı yine erkenden uyanıp yürüyüşe çıktım. Bu kez yürüyüşü biraz uzun tuttum.
Kahvaltı saati geldiğinde Eylül’ü aradım. Sahilde kahvaltıya beklediğimi
söyledim. Saati görünce ufak bir çığlık atıp telefonu kapattı. Yarım saat sonra
verdiğim adresteydi. Tayt ve tişört, kapüşonlu bir üst giymiş, gözüne de
kocaman güneş gözlükleri takmıştı. Sanırım güneş, akşamdan kalmalığını
tetikliyordu.
Elimi
sallayıp kendimi gösterince masaya geldi. Yüzü hala normale dönmemişti.
“Nasılsın?” deyip yanaklarından öpünce “Bu enerjiyi neye borçlusun. Sen de
benim kadar içmiştin oysa” dedi.
“Sabah
her zamanki saatte kalkıp koşunca kendime geldim. Sana da tavsiye ederim”
deyince yüzünü buruşturdu. Kahveyi de içtiğinde tamamiyle kendine gelmişti.
“Eee
yarın için planımız ne?” deyiverdim, öyle pat diye… “Ne planı?” dedi. “Hani
yarın işe başlıyorum ya… Buse’yi pişman edeceğim ya!” Gözlüklerini yarım
indirip yüzüme inanmaz gözlerle baktı. “Sen ciddisin” dedi sonra. Gülmek istedi
ama daha çok ıstırap çekiyor gibiydi yüzü. “Bence kendin ol” dedi sonra da
omzunu silkerek.
“Daha
önce de kendimdim ama benimle alay etti” diye yanıt verdim bu kez biraz da
kızarak. “O zaman içindeki cevherin dışında kalın bir kabuk vardı. Görmesine
engeldi. Kabuk kalktı. Görecektir” dedi. Sonra da hesabı ödeme bahanesiyle
aceleyle gitti.
Ben
sırıtarak arkasından bakarken “Demek kendim olacağım” diye söyleniyordum
içimden.
xxx
Hava
güzeldi ve benim de içim içime sığmıyordu. Bütün gün dolaştık. Sonra balık ve
salata malzemesi alıp eve geldik. Biz geldiğimizde Melisa da eve gelmişti. Ben
mutfağa girip balıkları hazırlarken ikisi birden salata için yardım isteyip
istemediğimi sordu. Melisa çok hevesli görünüyordu. “Ellerini yıka ve gel
bakalım yamak” dedim. Melisa sevinçle yanıma gelirken Eylül, “Benim biraz
çalışmam lazım” deyip odasına girdi.
Yemek
hazır olduğunda Eylül’e whatsapp’tan “Yemek hazır” mesajı attım. Melisa’yla
balkonda masaya oturmuşken yanımıza geldi. “Ben aç değilim, size afiyet olsun”
deyip gidecekken elinden tuttum. Gözlerini bana dikti. “Sen yemezsen ben de
yemem. Ben hazırladım diye mi böyle yapıyorsun. Hem yarın için senden taktik
almam lazım” dedim. Melisa merakla “Ne taktiği?” diye sordu. Ama Allah’tan onun
dalı psikoloji değil de fizik tedaviydi ve bana taktik vermeye kalkışmadı.
Yemekten sonra ortalığı toplama görevini kızlara verip odama çekildim. Biraz
kitap okuyup erkenden uyumayı planlıyordum.
Odanın
kapısı çalınınca Eylül’dür diye sevinip açtığımda karşımda Melisa’yı buldum.
“Bence taktiğe falan ihtiyacın yok” deyip yanağıma bir öpücük kondururken
Eylül’ün de oradan geçeceği tuttu. Odasına girip kapıyı hırsla çarparken ben
Melisa’ya teşekkür edip odadan yollamakla meşguldüm.
xxx
Pazartesi
benim için büyük gündü. İşyerine 6 ay aradan sonra sıkı bir giriş yapmalıydım.
Eylül’ün dediğini uygulamaya karar verdim. Buse için kılımı bile kıpırdatmaya
niyetim yoktu zaten. Benim amacım Eylül’ün duygularını açmasını sağlamaktı. Ama
Buse’nin tepkilerini izlemek de hoş olabilirdi. İşyerine girdiğimde danışmadaki
kız – ki sabahları günaydın, akşamları iyi akşamlar da olsa muhabbetimiz vardı-
kimi aramıştınız dedi. Kartımı çıkartıp yandan girince “Nasıl yani? Siz?” dedi.
Arkamda onu ağzı bir karış açık bırakıp asansörle 4. kata çıktığımda genel bir
sessizlik vardı. Ben de sessizce masama gidip oturdum. Buse’nin çıktığı Mete, “Pardon ama yanlış geldiniz galiba” dedi arkamdan. Yüzümü döndüğümde o da
resepsiyondaki kızla aynı tepkileri verdi. “Nasıl yani? Siz”… Sanırım gün
boyunca bu sözleri ya da benzerlerini duymaya devam edecektim.
Yavaş
yavaş mırıldanmalar artarken kalktım, kendime kahve doldurup masama döndüm. Buse
artık stajyerliği bırakmış kadrolu eleman olmuştu, “İnanmıyorum” diye masama
geldi. “Siz Emre Bey’e n’aptınız” diye sordu. Sorarken gayet ciddi gibiydi.
Arkama dönüp baktım başkasıyla mı konuşuyor diye. “Merhaba” dedim, kahvemi
içmeye devam ettim.
xxx
İş
hayatına uyum sağlamaya çalışırken patron dahil herkes benimle konuşmuş,
bendeki değişikliğin sebebini anlamaya çalışmıştı. Sağlığımla ilgili olarak
büyük bir ameliyaın ardından uzun bir dinlenme dönemi geçirdiğimi
söyledim. Sonuçta işle ilgili hiçbir aksama yaşanmadığı için olsa gerek “hoş
geldin” diyerek geri çekildiler.
O
sırada cep telefonuma bir bildirim düştü. Baktım mesaj Buse’den. “Cidden sensin
değil mi?” diye. “Bu kız bu kadar salak mıydı? Yoksa ben mi fark etmemiştim”
diye düşünürken ikinci bildirim düşüverdi. “Yemeğe birlikte inelim mi?” diye…
“Dışarıda yiyeceğim, size afiyet olsun” yazıp yolladım. Mete, Buse’nin
çıkıyorum diye anons ettiği çocuk, suratını asmış arada bana bakarak çalışmaya
devam ediyordu. “Eee ne var ne yok? Bıraktığım gibi mi buralar?” diye sordum.
Mete bana doğru döndü, “Her şeyi takip etmişsindir sen” dedi. Ben nezaman senli
benli konuşmaya başladık diye düşünürken, “Buse ile çıkıyorum” dedi. “Ooo
tebrik ederim” dedim. Gerçekten ve kalpten gülümsediğimi görünce rahatladı.
Ceketimi alıp öğle yemeğinde dışarı çıkacağımı söyledim. Herkes bana uzaylı
görmüş gibi bakıyordu. Kadınlar daha çok iç çekerek, erkekler ise hafif
kıskançlıkla… Demek gerçekten de benim içimdeki cevher kilolarımı aşıp dışarı
çıkamıyormuş diye düşünürken aklıma Eylül geldi. Telefonla aradım. Açmadı.
Mesaj attım, “Tavsiyen için teşekkürler” diye… Dayanamayıp aradı 5 dakika
sonra. “Niye, ne oldu?” diye sordu açar açmaz da… “Çok etkili oldu. Akşama
anlatırım” deyip kapattım. Şimdi o düşünsün dursun etkisini…
xxx
Eve
girdiğimde içerisi çok sessizdi. Buzdolabının üstünde Melisa’nın "Geç gelirim.
Yemeği bensiz yersiniz" yazılı notunu buldum. Ama aklım Eylül’deydi. Aradım,
meşgule düştü. Tam yine arayacakken kapıda anahtar sesi duydum. Eylül telefonu
elinde kapıyı açıyordu. Anlaşılan birisiyle konuşuyordu. Ve sesinden anladığım
kadarıyla biraz üzgündü. Beni görünce güldü ama gözleriyle değil. “Eee nasıl
geçti günün?” diye sordu. Ama aslında anlatma ne olur der gibiydi ses tonu.
“Herkes
çok şaşırdı. Bütün gün ''Gerçekten sen misin" sorularına maruz kaldım” dedim
gülerek. Elini yüzünü yıkayıp mutfağa gelmiş, dolapta bir şeyler ararken
“Haklılar” diye mırıldandı. Benim duymamı beklemiyordu sanırım. “Neden
haklılar?” diye soruverdim tam arkasından. Sanırım arkasında olduğumu da
bilmiyordu, zıpladı. “E haklılar tabii. Altı ay önceki senle, şimdiki sen birbirine
benziyor mu?” dedi.
“Dediğin
gibi sadece dışımdaki kabuk inceldi. İçim aynı” dedim. Artık yüz yüzeydik ve
vereceği cevabı sabırsızlıkla bekliyordum. “Biliyorum” deyip odasına doğru
koştu. Kapıyı çarptıktan sonra kilitledi.
“Eylül
şu yaptıklarının bir açıklaması var mı?” diye sordum kapının kolunu zorlarken. “Hayır
yok” diye cevap verirken ağlıyordu. “Yok. Sadece yalnız bırak beni” dedi.
Ben
de odama gidip kapıyı çarptım. Ama kilitlemedim. Kulaklıklarımı takıp yattığım
yerde, ışığı bile açmadan müzik dinlemeye başladım.
Açtım
ama açlığımın farkında bile değildim yaşadığım hayal kırıklığı yüzünden.
Eskiden olsa çoktan mutfağa gitmiş, ne bulursam yiyor olurdum. Ama sanırım
gerçek aşk insanı gerçekten de iştahtan kesiyordu.
xxx
Karanlıkta
ne kadar süre geçtiğini bilmeden yatarken kapım açıldı. Eylül yanıma geldi.
Dizlerinin üzerine eğildi. Aralık kapıdan gelen ışıktan başka ışık yoktu odada.
Gözleri ağlamaktan şişmiş olsa da çok güzeldi. Dalgalı bal rengi saçları önüne
düşmüştü.
“Ne oldu? Bir yerin mi ağrıyor?” diye sordum merakla.
Elimi alıp
kalbinin üstüne koydu. “Kalbim ağrıyor” dedi.
“Niye?” dedim. “Çünkü karşılıksız
seviyor” dedi.
“Emin misin?” diye sordum. “Neyden?” dedi. “Karşılıksız
olduğundan” diye yanıt verdim. “Sen Buse’yi seviyorsun” dedi. “Emin misin?”
dedim yine… “Peki sen?” dedi.
Yatakta
doğruldum, ellerini ellerimin arasına aldım. “Buse’yi sevdiğimi sandığım
günlerde iştahım artmıştı, azalmamıştı” dedim. “Buse’den altı ay ayrı kaldım,
aklıma bile gelmedi. Ama sen Çeşme’de beni bırakıp gittiğinde çok özledim”
dedim. İnanmaz gözlerle baktı. “Ama sana çok kırgınım” dedim. “Niye?” diye
sordu. “Ben şişmanken bana bu gözle bakmıyordun. Zayıflayınca kıymetli oldum”
deyiverdim.
xxx
Gözlerini
kaçırmadan cevap verdi. “Hayır. Ama sen o kadar kötü durumdaydın ki, o kadar
özgüvenden yoksundun ki, ne yapsam farklı algılayacaktın. Acıyorum sanacaktın.
O yüzden seni elimden kaçıracağımı bile bile senin iyi olmanı istedim sadece.
Ama yapamadım. Ellerimle başkasına yar etme kısmına gelince sapıttım” dedi gülerek.
“Beni
her halimle gördüğü halde yanımda olan bir ailem var bir de sen. Sen benim
çocukluk aşkımdın ama ben o kadar kötü bir haldeydim ki, sana açılmaya korktum.
Senden ayrı kalmaktansa arkadaşın olarak da olsa yanında olmayı seçtim”
dediğimde dudaklarımı kapattı eliyle.
“Sus”
dedi. “İkimiz de sınavdan geçtik. İçindeki cevheri ilk günden keşfettim sadece
senin de onu keşfetmen için zaman gerekiyormuş. Artık bundan sonrasını birlikte
keşfederiz.”
20 Şubat 2018 Salı
XXXLarge aşk!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)