25 Şubat 2021 Perşembe

Asiye neden öldü?



O gün Muğla Adliyesi’ndeki 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, evinin sokağının ortasında, üstelik iki küçük çocuğunun gözü önünde, kocası tarafından öldürülen Asiye Gündoğan’ın cinayet davası görülüyordu.
Katil Muhammet Gündoğan, belki damat olduğundan beri giymediği takım elbisesini giymiş, kravatını takmıştı. Üstleri kelleşmiş kafasında kalan üç beş tel saçını bile özene bezene taramıştı.
Az sonra mübaşir herkesi ayağa kalkmaya çağırdı. Ardından da Ağır Ceza Mahkemesi’nin ‘adaletli olmakla övünen’ Mahkeme Başkanı Hüsamettin Başkesen azametle geldi, makamına oturdu. Duruşma başladı.
Savcı konuştu ilk önce. Ardından ezile büzüle katil zanlısı Muhammet Gündoğan kalktı ayağa. Hakim sordu, “Anlat bakalım, neden öldürdün karını. Bütün komşuların görmüş karını öldürdüğünü…”
“Çok seviyordum hakim bey, kıskanıyordum…”
Salonda çıt çıkmıyordu.
Ama kafası önündeki kağıtlara eğilmiş duran hakim “Peh, çok seviyormuş. Yalancı” diyen bir ses duydu. “Susun” dedi. Herkes birbirine baktı. Salonda nefes alışlar dışında hiç ses yoktu ki!
Aynı ses “Neyimi kıskanıyordun acaba? Evden burnumu çıkartabiliyordum sanki. Öldürmek için sen sokağa çıkarmasan, yine çıkamazdım ya” dedi. Hakim kafasını kaldırıp yine “Sessizlik” dedi. Herkes yine birbirine baktı! Garipliği hakim de anlamış gibiydi. Etrafına baktı.
Katil zanlısının hemen arkasında ayakta dikilmiş, kanlar içindeki kadını gördü. Duruşma dosyasındaki kadındı bu. Öldürülen. Kalbi hızlı hızlı atmaya başladı hakim Hüsamettin Başkesen’in. Ondan başkası görmüyor, duymuyordu kadını…
Katil koca kendini acındırmaya devam ediyordu: “Adımı çıkarmıştı. Kahvede başım dik oturamıyordum.”
“Yalan” dedi arkasındaki kadın yeniden…
Hakim nefes almakta zorlanıyordu. Duruşmayı erkenden bitirdi bir ay sonrasına erteleyerek. Bu sırada katil kocasının arkasında duran kadın hakime dikti gözlerini. Deminden beri onu izliyordu.
“Kızı var mı acaba hakimin” diye sordu kendi kendine. Hakim duydu bu soruyu. Beti benzi attı. Mübaşir elinde bir bardak su, hakime yetiştirmeye çalışıyordu.
Hakim Hüsamettin Başkesen, ağır adımlarla kalktı yerinden, adliyedeki odasına doğru yürümeye başladı. Kocasının duruşmasının ertelendiğini anlayan Asiye de hakimin peşinden gitti. İçinden bir ses hakimin onu duyabildiğini fısıldıyordu. “Nasılsa gidecek daha iyi bir yerim yok! Beni öldüren pislikle birlikte hapise gidip o pis yüzünü görmek istemiyorum. Çocuklarımın yanına gitsem beni görmeyecekler” diye düşündü. Gözyaşları yanaklarını ıslatıyor o fark etmiyordu. Çünkü o sadece bir ruhtan ibaretti.
Hakimin odasına girdi. Masasının karşısındaki sandalyeye oturdu. Hakim gözleri kapalı, kafasını sandalyesinin arkasına atmış, nefesinin düzelmesini bekliyordu. Derin nefesler almaya devam ediyordu. Gözlerini açtığında karşısındaki koltukta oturan kadını görünce yerinde sıçradı.
“Ne işin var burada?” dedi. “Niye benim peşime düştün?”
“Hiçbir fikrim yok” dedi Asiye. “Ama beni duyabildiğini hissediyorum. Başka kimse beni ne görüyor ne duyuyor. Hayatım boyunca bu böyle oldu.”
Hakim Hüsamettin Başkesen, bu durumdan kurtulamayacağını anlamıştı. “Belki de emekli olmanın vakti geldi, belki de deliriyorum” diye düşündü. Daha önce girdiği davaların dosyalarını kaldırdı. Son girdiği davaya ait olanı ise çantasına koydu. Arkasını döndüğünde kadın yoktu. Paltosunu ve çantasını alıp çıktı odadan. “Kurtuldum” diye seviniyordu. “Sadece aptal bir hayalmiş.”
Evine her zamankinden erken gitmişti. Karısı meraklandı. Ama yaşadıklarını ona anlatamazdı. “Tansiyonum çıktı biraz duruşmada. Ben de eve gelip dinleneyim” dedi. Hafif bir akşam yemeğinden sonra “Ben çalışma odasındayım. Davayla ilgili biraz çalışacağım” diyerek odasına girdi. Asiye Gündoğan’ın dosyasını çıkardı.
Kocası Muhammet Gündoğan, kavga ettiği karısını tek katlı, derme çatma evlerinden döve döve çıkarmış. Elinde de kocaman bir ekmek bıçağı. 5 ve 7 yaşlarındaki oğulları da annelerinin eteğine yapışarak çıkmış. Kadını yumruklayıp yere düşürmüş. Yerde tekmelemeye devam etmiş. Sonra da bıçağı saplamaya başlamış. Kadın kendini savunamamış bile.
O sırada çalışma odasının kapısı tıklatıldı. Karısı elinde ıhlamur olan tepsiyle içeri giriyordu. Ama onun da arkasında Asiye duruyordu ayakta… Yine o kanlı elbiseleriyle.
Adam bir şey belli etmemeye çalışarak “Teşekkür ederim, zahmet oldu” dedi karısına. Karısı “Ben de içeride çalışıyordum. Sıcak bir şeyler içmek ikimize de iyi gelir diye düşündüm” dedi. Ihlamuru bırakıp kendi çalışma odasına gitti.
Karısı savcıydı. O da kendi davaları üzerinde çalışıyordu.
Asiye sessizce çalışma masasının önündeki sandalyeye oturdu. Hakim yine hızlı hızlı nefes almaya başlamıştı. “Korkma hakim bey, sana bir şey yapamam” dedi. Gözleriyle elindeki dosyayı gösterdi: “Benim dosya mı o?” Hakim “Evet” dedi zor duyulur bir sesle.
"Orada her şey var mı? Bütün hayat hikayem” diye sordu bu kez.
“Sanmıyorum” dedi Hakim Başkesen. “Sadece olay gününe dair görgü tanıklarının anlattıkları. Polisin bulduğu deliller. Öncesi yok.”
“O zaman ben anlatayım ister misin?” diye sordu Asiye. Hakim ne diyeceğini bilmezmiş gibi bakıyordu. “Dedim ya beni kimse dinlemedi bugüne kadar hakim bey. Neden buradayım bilmiyorum bile. İlk kez birine anlatayım hiç değilse” dedi.
Karısının duymasından korkan Hüsamettin Bey, “Sessiz ol ama karım seni görmediği için korkabilir” dedi.
Asiye başladı anlatmaya…
“Ailem fakirdi hakim bey. Beş kız kardeş. En sonuncuda babamın istediği erkek çocuğunu bulmuş annem. Ama bulurken de ölmüş. Önce kardeşlerimle ben bakıyorduk eve ama babama yetmedi. Gitti üvey anne getirdi. Kadın hepimizi hizmetçisi gibi kullandı. Okuyorduk. Okuldaki üç beş kuruşluk defter masrafımız gözüne battı. Hepimizi okuldan aldı. Büyük olanlarımızı temizliğe yollamaya başladı. Ben o yüzden ilk 4 sınıftan sonra okuyamadım. Ama çok da seviyordum okumayı. Gizli gizli eski okuluma gider oradaki öğretmenlerimden ödünç kitap alır okurdum.
Neyse bu kadar geriye gitmeyeyim.
17 yaşıma geldiğimde analığım ‘Görücü geliyor’ diye ilk kez bana kıyafet falan aldı. O akşam geldi görücüler. Benden on yaş büyüktü Muhammet. Ama 20 yaş büyük gibi duruyordu. Ayrıca alt tarafı bir hastanede hademeydi ama konuşmasını duysan hastanenin baş hekimi sanarsın. Öyle afra tafra. Hepimize böcek gibi bakıyordu. Ailesi de öyle.
Bana sormadılar bile. Evlendik. Evde oturacaksın. Dışarı çıktığını duyarsam kırarım bacaklarını dedi. Bacaklarımı kırmadı ama yüzüm, gözüm hep mor gezdim. Bu çorba niye soğuk dedi vurdu. Bu kahve niye az şekerli dedi vurdu.
İlk hamile kaldığımda dayak yedim, yere düştüm. Doğum da erken oldu. Üç gün yaşadı. Bir çocuk doğurmayı beceremedin dedi, yine vurdu. Sonra yine hamile kaldığımda doğana kadar daha usturuplu vurdu. Düşmemem için elinden geleni yaptı.”
“İki oğlum var biliyor musun Hakim Bey” diye sordu Asiye. “Dosyanda gördüm” dedi Hüsamettin Bey. “Onları da döver miydi?” diye sordu. “Onlar erkek çocuğu hiç dövülür mü? Onların yanında beni dövüp ‘Ben ölünce siz devam edersiniz’ deyip gülerdi. Çocuklar çığlık atıp ağlardı ama anlayan kim” diye yanıtladı Asiye.
O sırada kapı yine tıklatıldı. Karısı kafasını uzatıp “Kiminle konuşuyorsun?” diye sordu. Ne diyeceğini bilemedi Hüsamettin Bey. “Kafama takılan bazı yerler vardı da sesli konuşmuşum demek ki? Korkuttum mu seni?” diye sordu. Karısı “Sanki bir kadın sesi duyar gibi oldum” deyince Asiye de baktı kadına… Yanına kadar gitti. Ama yok, onu görmüyordu. “Kadın sesi de nereden çıktı? Sana öyle gelmiş” deyince “Öyle herhalde” deyip gitti karısı.
Karısı çıkınca Asiye’ye döndü, “Ucuz kurtulduk” dedi sessizce.
Hafif bir müzik açtı seslerini bastırmak için. Sonra Asiye’ye dönüp “Peki bu adam zaten dövüp duruyormuş seni de o gün niye öldürdü?” diye sordu.
“Ah o anası olacak yok mu? Beynini yıkayıp durdu. ‘Karın şöyle beceriksiz, böyle kötü. Çocukları pısırık yetiştiriyor’ diye. Baktı öyle amacına eremedi. Yan komşunun bende gözü olduğunu söyledi. Yemin ederim yoktu öyle bir şey Hakim Bey. Sokağa çıkmazdım bile. Alışverişi bile kocam olacak adam yapar getirirdi. Hatta sokakta adım ‘yabani’ye çıkmıştı kimseyle görüşmüyorum diye. Bir Allahın kulu da gelip sormadı neden diye, ne yaparsın diye… Herkesin derdi kendine tabii.
Yani kahvede benim hakkımda konuşmalar falan hep yalan. Tek konuşan annesi ve kendi akrabalarıydı. Tabii onlar herkese anlatıp yaydı bu dedikoduları. Yan evdeki komşular sırf huzursuzluk olmasın diye taşındı. Genç bir karı kocaydı. Sonra dayaklar daha da arttı. Meğer beni beğenmeyen annesi, başka bir genç kızın başını yakacakmış. Kız ona yağ çekip duruyormuş. Onu gelin almak istiyormuş. Keşke boşasa diye beynini yıkasaydı. Ama boşanma olmazmış onlarda. Öldürsün istedi. Eee tabii görüyorlar, öldüren üç beş ay bile yatmadan çıkıyor. Bir de madalya gibi takıyor katilliğini boynuna. Mahkemede kravatla gördüm de şaşırdım. Anası akıl verdi herhalde. Düzgün avukat tutacak para nerde bunda. İşte böyle hakim bey. Dosyada olmayan hayatımın özeti. Bugün mahkemede de sordum ama duymadın sanırım. O sıra biraz kötü görünüyordun. Kızın var mı hakimim?”
Hakim Hüsamettin zar zor cevap verdi: “Var. O da hukuk fakültesini bitirdi. Avukatlık yapıyor. İleride hakim olmak istiyor.”
“Benim yaşadıklarımın en azından ilk kısmını yaşamayacağı belli” dedi Asiye. “İyi bir ailesi var. İnsan yerine konuyor. Ama ileride sevdiği adam ya kötü çıkarsa. Ne yaparsın?” diye sordu.
Hakim cevap veremedi. “Rahatsız ettim seni hakim bey” dedi Asiye. Sonra da kaybolup gitti.
O gece uyku tutmadı Hakim Hüsamettin Bey’i. Bir ay boyunca girdiği davalarda hep ölenlerin hikayelerinin neler olabileceğini düşündü.
Bir ay sonra Muhammet Gündoğan yine karşısındaydı. Giydiği takım elbise ve kravatıyla. Kaykılarak duruyordu. Sanki birisi ona özgür olacağının müjdesini vermiş gibi. Son sözü sorulduğunda yine namusunden dem vurdu. “Beni tahrik etti” dedi.
Hakim Hüsamettin Başkesen, hem savcıyı, hem katilin avukatını dinledi. Sonra da kararını açıkladı: “Hiçbir indirim yapılmadan en yüksek sınırdan ceza verilmesine…”
Muhammet Gündoğan ilk kez sendeledi. Duruşmanın başındaki o güvenli duruşu ilk kez bozuldu. “Ama Hakim Bey” dedi. Hakim Bey ise dosyanın kapağını kapatıp “Dava bitmiştir” dedi.
Kafasını kaldırıp karşıya baktı. Kocasının arkasındaki Asiye bu kez kanlı elbiselerle değil, tertemiz elbiseleriyle, adeta ışık saçarak duruyordu. “Teşekkür ederim. Beni ilk kez birisi dinledi. Sırf bunun için bile teşekkür ederim” dedi. Ardından da bir ışık kümesinin içinde kaybolup gitti.