20 Şubat 2018 Salı

XXXLarge aşk!

Laptop’un kapat tuşuna bastığım anda ekran karardı ve masa lambasının ışığında ayna gibi yüzümü yansıtmaya başladı. Aynalardan ne kadar kaçarsam kaçayım, bir yerde bir şekilde karşıma çıkıyor yüzüm…
Gözlerim kilo yüzünden iyice çekik hale gelmiş. Artık ne renk olduklarını bile hatırlamıyorum neredeyse… Yanaklarım patlayacak gibi. Hele boynum… Daha doğrusu eskiden boynum olan yer. Şimdi omuzlarımla yüzüm sanki birleşmiş gibi… 
Tamam kendimi bildim bileli kiloluydum ama son yıllarda böyle olmaktan nefret eder hale geldim. Hareket etmekte, hatta nefes almakta bile zorlanıyorum. İşim masa başında. Fazla hareket etmeme gerek yok. Üniversitede okurken de kiloluydum ama o zaman sadece derslerle ilgilendiğim için sorun olmuyordu. Asıl mesele sanırım şimdi farklı şeylerle ilgilenmeye başlamış olmam…
Ben kim miyim? Emre Taner Güleryüz… Soyadım gibi güleryüzlü olmam bir şeyi değiştirmiyor. Kilolarım yüzünden hemen hiç arkadaşım yok. Bilgisayarı saymazsak.
27 yaşındayım. Büyük bir holdingde yazılım mühendisi olarak çalışıyorum. Hemen hiç arkadaşım yok demiştim ya… Aslında işyerinde birlikte çalışğım kişileri saymazsak, her şeyimi anlattığım, beni olduğum gibi kabul eden tek bir arkadaşım var, Eylül. Eski oturduğumuz mahalleden çocukluk arkadaşım. Hala görüşüyoruz kendisiyle, çünkü yeni mahallemiz eskisinden sadece bir kilometre ötede… Sanırım ailecek tembeliz ki fazla uzağa gidemedik!
Kendimi anlatmaya kilolarımla başladığıma göre, onlara nasıl sahip olduğum hakkında da bir fikriniz olsun. Aslında çok zayıf bir bebek olarak dünyaya gelmişim. Doktorlar aileme ‘Fazla bağlanmayın, bu kadar zayıf bebekler pek yaşamaz’ bile demiş. Ben babaannemin yalancısıyım. Ama kaçın kurası ve dört çocuk büyütmüş babannem ‘Halt etmişsin sen onu doktor’ demiş ve beslenme işimi ele almış. Zavallı ve acemi annem de fazla sesini çıkaramamış. Sonrasında gelsin ekmekler, gitsin pekmezler... Bir yaşına, olmam gereken kilonun beş kilo fazlasıyla girmişim. Tabii herkes mutlu… Ben de ailem mutlu diye mutlu olduğumu hatırlıyorum. 
Diğer çocuklar kadar rahat hareket edemediğimi, onlar kadar atak olamadığımı o zamanlar fark edemiyordum sanırım. Ya da ailemin tek prensi olarak umursamıyordum.
Ben üç yaşındayken kardeşim Kerem doğduğunda herkes yine benim kadar minik bir şey çıkacak diye bekliyormuş. Ancak ikinci aslan torunları tam bir tombalakmış. Dolayısıyla kimse onunla ekstradan ilgilenmemiş. Sonuç, bugün 1.90 boyunda, 85 kilo ve mankenlik ajanslarının peşinden koştuğu, yakışıklı mı yakışıklı bir kardeşim var. Kıskanıyor muyum? Hayır dersem yalan olur.
Benim de boyum kısa sayılmaz. 1.85 ama kilom 105 olunca daha çok kardeşimin lunaparktaki güldüren aynalardaki hali gibi duruyorum. O kumral, ela gözlü, kendine güveni rezidans boyutlarında biri. Söylememe gerek yok, çoook arkadaşı var. Özellikle de kızlar peşinden ayrılmıyor.
Benim saçlarım biraz daha koyu renk, hafif dalgalı. Gözlerim hatırladığım kadarıyla koyu yeşil. Daha önce de dediğim gibi artık çizgi halini aldığından rengini hatırlamak zor oluyor. Ama annem çimen gözlü oğlum dediğine göre yanlış hatırlamıyorum herhalde. Özgüven meselesine gelince… Kardeşim Kerem’inki rezidanssa benimki çatısı olmayan gecekondu.
Kardeşim üniversitenin işletme bölümünü ite kaka, yedi yılda bitirdi. Ben yazılım mühendisliğini bir yıl erkenden, birincilikle bitirdim. Buna rağmen özgüvenlerimiz yarışğında ‘Sanırım kilom yüzünden olsa gerek’ ben hep sonuncu geliyorum. 
Eylül’e göre benim kilo problemim çok basit bir şeymiş. Ancak psikolojimin düzelmesi daha önemliymiş. Sanırım buradan da anlamışsınızdır, kendisi psikolog… Klinik psikolog hem de… Ve en büyük hayali benim üzerimde deneyler yapmak. Bugüne kadar onunla dalga geçip durdum. Ama son bir aydır, acaba kendimi Eylül’ün ellerine teslim etsem ne olur diye düşünmeden edemiyorum.
Nedeni mi? Nedeni… Yeni stajyerimiz Buse… Benden 5 yaş küçük… Kızıl saçlı, mavi gözlü bir dünya güzeli… Hep neşeli… Üç söylüyor bir gülüyor. Üniversiteyi yurtdışında okumuş, biraz da buraya uyum sağlamak için amcasının firmasında staja başlamış. Yani sırtı da sağlam. Ve tam tahmin ettiğiniz gibi, şirketteki bütün erkekler iç çekerek, kadınlarsa kıskançlıkla onu izliyor. Ben de bilgisayar ekranımın arkasından onu izleyenler arasındayım. Kardeşime kalsa çoktan açılmalıymışım. Yoksa kaparlarmış! Sanki ben bilmiyorum. Bir haftadır kendi kendime prova yapıyorum. Boşa koyuyorum dolmuyor, doluya koyuyorum taşıyor! Kısacası ne yapacağımı bilmeden yaşıyorum.
Herkes aşık olunca kilo verir, erir. Benim iştahım açıldı, daha da kilo alıyorum. Ama bu arada derdime kendimce bir formül de buldum sanırım. Küçük bir aplikasyon hazırladım. Buse’nin telefonuna göndereceğim, açıldığında tüm hislerimi görecek, kabul ederse de bir tuşa basıp beni mutlu edecek. Yarın işe gidip onu görür görmez mesajla yollayacağım. Bakalım sonuç ne olacak?
xxx
Ertesi günü işyerine her zamankinden erken gittim, Buse’nin asansörden indiğini görür görmez aplikasyonu telefonuna yolladım. Bildirim sesi gelir gelmez de soluğu tuvalette aldım. Allahım nefes bile alamıyorum. Acaba sonucu ne olacak? Normalde de ağır kanlı bir insan olduğum için hızlı hareket ettiğim söylenemez ama bugün tuvalette her zamankinden fazla kaldım. Buse ya aplikasyonu indiremediyse… Ya içindekileri anlamadıysa diye endişeliyim. Ama bu kadar uzun süre kalırsam diğer çalışanlar şüphelenecek deyip kapıdan çıktım. 
şeyi dönerken bizim bölümden kahkaha sesleri geliyordu. Buse ‘Emre Taner kim? Hani şu şişko olan mı?’ diye sorarken benim suratımın taklidini yapmaya çalışıyor, yüzünü şişirmek için şekilden şekile giriyordu. Karşısındaki kızlardan biri de ‘Evet o… Demek sana aplikasyonla ilanı aşk etmiş ha’ diye karnını tuta tuta gülüyordu. Karşısındaki erkeklerden biri ‘Aslında patron duysa o aplikasyonu hemen kullanıma sokardı ha’ diye söylenirken daha fazla ilerleyemeyeceğimi anladım. Buse benim hislerimle resmen dalga geçiyordu. 
Masamda özel eşyam olabilecek hiçbir şeyim yoktu. Cep telefonum da yanımdaydı. Bizim bölüme bakan müdürü arayıp rahatsızlandığımı, eve gideceğimi söyledim. 5 yıldır ilk kez böyle bir şey söylediğim için adam şaşırdı ama hayır da diyemedi. Ben de benim için büyük, ancak başkaları için ağır çekim adımlarla asansöre binip bir taksi çevirdim. Zorlukla kendimi içine attığımda adres olarak evimi değil de Eylül’ün işyeri adresini verdim.
Giderken cepten Eylül’ü arayıp randevu alıp alamayacağımı sordum. O da benim adıma o işleri ayarlayacağını söyledi. 
Yarım saat sonra karşısında oturmuş hem ağlıyor, hem de kantinden istettiğim tostu yiyordum ki Eylül elime vurdu. Tost yere düştü. Başka zaman olsa olay çıkarırdım ama sanırım ağlarken bunu yapmak zor geldi ve sadece ağzım açık ona bakmaya başladım.
“Sen son zamanlarda aynaya baktın mı?” diye sordu. Bakmadığımı bile bile… Cevap vermedim. “Kendine küsmek yerine neden aynalara küstün?” diye sordu bu kez. Yine cevabım yoktu. Çalışmadığım yerlerden soruyordu.
“Bak Emre… Eğer benim yardımımı kabul edeceksen bütün şartlarımla edeceksin. Yoksa ben yokum” dedi. Şu anda sığınabileceğim tek liman kendisi olduğu için şartlarını dinleyeceğimi söyledim.
İşten uzun süreliğine izin almam gerektiğini söyledi. “Aylarca, belki yarım yıl kadar işyerine gitmeyeceksin. Evden çalışmaya devam edeceğini söylersin. Diyet ve spor sayesinde aynalarla barıştıracağım seni ilk önce. Sonrasında ise şu kendine güven meselesi üzerinde duracağız biraz. Senin gibi bir adam nasıl bu kadar ezik olabilir anlayamıyorum. Kıza aplikasyonla duygularını açıklamak nedir yahu? İnsanlar konuşa konuşa anlaşır, bilmiyor musun canım. Hem de öyle bir kıza…”
Konuştukça sanki benim başıma gelenleri o yaşamış gibi hiddetleniyordu. Eline geçirdiği kağıtları fırlatıp duruyordu. Acaba ben yaşadıklarıma göre fazla mı sakindim. Küçükken kilo alayım diye yemek tıkarlarken ağzıma, yanlışlıkla antidepresan da mı dayamışlardı ki acaba?
Eylül haklıydı. İşinde başarılı bir insan için fazla eziktim. Ve bunun bütün nedeni kilolarsa eğer, o kilolardan kurtulmak için savaşmaya hazırdım.
Şartlarını kabul ediyorum. Ama benim de var. Madem diyete başlıyorum, son bir yemek yiyebilir miyiz dışarıda… Lütfeeen.”
Eylül gülsün mü azarlasın mı bilemediği bir an boyunca bana baktıktan sonra “Beklersen 4.30 gibi işim biter, birlikte çıkarız. Ama yemeği ben ısmarlayacağım. Ve ben ne ısmarlarsam onu yiyeceksin” dedi.
Elim mahkum “Tamam” dedim. Sonrasında da işten izin almak için gerekli görüşmelere başlamak üzere hastanenin kantin kısmına indim. Eylül arkamdan seslendi. “Kahve dışında bir şey alman yasak. Ayrıca oradakilere tembih ettim istesen de vermeyecekler.” Bunları söylerken hain hain sırıttığını da söyleyeyim.
xxx
İşyerindekiler kararıma şaşırsa da sağğım için yapmam gerektiğini söyleyince fazla sorun çıkarmadılar. İşler bir şekilde yürüdükten sonra benim yanlarında olup olmamam onlar için o kadar da önemli değildi sonuçta.
Eylül de hastaneden 15 günlüğüne izin aldı. Birlikte İzmir Çeşme’deki yazlığımıza gittik. Orada tanıdığı bir diyetisyen ve spor hocasıyla birlikte çalışmalara başladık. Sabahın 5’inde kalkıp bütün sahilde koştuk. Mevsim kış olduğu için çok kişi yoktu. O yüzden benim gibi birinin sabahın köründe neden koştuğunu fazla sorgulayan da olmadı. Yalnız olan Eylül’e oldu. O da benimle birlikte koştuğu için benim kadar olmasa da o da yoruluyordu. Diyetisyenin listesindeki her yiyeceği bana her öğünde o hazırladı. Bu arada ilk kez onun hazırladığı yemeklerden yiyordum ve öğünler çok küçük olmasına rağmen çok lezzetliydi. 
Spor yapmadığımız ve yemek yemediğimiz her an konuştuk. Çocukluğumuzdan beri bu kadar çok konuştuğumu hatırlamıyorum. Eylül de benimle birlikte kendini kampa sokmuştu ve balıketli Eylül, on beş günün sonunda fıstık gibi olmuştu. Arada çıkan kış güneşi ikimize de iyi gelmişti. On günün sonunda tartıda sadece 5 kiloluk bir azalma vardı ama bu benim için fitili ateşleyen bir şey olmuştu. Kendimi daha fazlası için hazır hissediyordum. 
Eylül 15 günün sonunda dönerken yalnız kalacağım için içime bir hüzün çökse de bunu ona belli etmedim. Ben iki ay daha burada spor hocası ve diyetisyenle çalışıp İstanbul’a dönecektim. Orada da spor ve diyete devam edecektim. Ama buradaki kadar sıkı şartlarda değil.
Geceleri de işe kaldığım yerden devam ettim. Tabii Eylül ile görüntülü konuşmalardan vakit kaldıkça… Her gece beni kontrol etmek için görüntülü konuşuyor, diyetisyen ve spor hocasından aldığı raporları kontrol ediyordu. xxx
Bir ayın sonunda 95 kiloya düşştüm. Sağlıklı beslendiğim ve spora alışğımdan olsa gerek, kendimi daha aktif ve heyecanlı hissediyordum. İşyerinden birlikte çalışğım insanların sosyal medya hesaplarına da bakıyordum. Tamam stalk’lıyordum ama bu can sıkıntısı için bir çeşit eğlence yöntemiydi benim için. Ve bir gün bu turlarım sırasında Buse’nin, işyerinde benim yanımda oturan Mete ile çıkmaya başladığını duyuran facebook mesajını gördüm. 
Benimle ettiği onca alayın ardından karşısına zayıflamış ve kendine güvenli şekilde çıkacak ve belki de “Aman Allahım ben neler kaçırmışım” diyecekti. Yani hayallerim bu yöndeydi. Ama aldığım bu haber “Bunca şeyi niye yapıyorum” diye düşünmeme neden oldu. Az daha diyetimi bozacaktım ama dolapta hiçbir şey olmadığı - ve gecenin üçünde açık bir yer bulmaya üşendiğim - için bozmadım. Ama o gece uyuyamadım da… Dolayısıyla sabah 5’te koşarken çok yorgundum ve hemen tıkandım.
xxx
Çeşme’deki kamp günlerimin son hafta sonuna girmişken ve sabah yürüyüşünden sonra gelmiş yatağımda kestirirken üstüme bir şey atladı. Daha doğrusu biri… Eylül bana sürpriz yapmak istemiş, birlikte dönelim diye hafta sonu için benim yanıma gelmiş.
Birden yüzünü yüzümün hemen üstünde görünce şaşırdım. Ama onu gördüğüme değil de, onu ilk kez böyle gördüğüme… Çok… Güzel görünüyordu. Saçlarını kestirmiş… Hafif bir makyaj yapmıştı ve kilosu hala buradan ayrıldığındaki gibiydi. İncecik… Ben de buradaki kampa başladığımdan 10 kilo eksiktim ama hala kiloluydum. Gerçi gözlerim artık çizgi halinde değildi. Bir boynum vardı. Ve hatta hafiften göbeğimdeki yağlar kaslarla yer değiştirmeye başlamıştı. Ama yine de kendimi hatırlayıp da aniden ayağa fırlayınca Eylül de küt diye yere düşüverdi. 
Kalçasını tuta tuta mutfağa giderken, "Bu ne biçim karşılama yav" diye söyleniyordu. “Sen de ne korku filmi gibi üstüme atlıyorsun ki, şoke oldum ne yapayım” deyiverdim üste çıkmak için. Aslında haklıydı. Benim için onca uğraşş, yalnız dönmeyeyim diye izin alıp gelmişti ve ben kıza nasıl davranıyordum.
Kendimi affettirmek için o banyoya girdiğinde kahvaltıyı hazırlamaya başladım. Tamamen sağlıklı bir kahvaltı hem de… Çıktığında masayı bahçede hazır görünce şaşırdığını ıslık çalarak belli etti. Sonra bana alıcı gözle bakarak “Görüntülü konuşmalar da televizyon gibi kilolu gösteriyormuş sanırım. Sen orada gördüğümden bile iyisin” deyiverdi. 
Belki de hayatımda ilk kez utandım. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Çayı alma bahanesiyle mutfağa gittim. Ben kendimi her gün gördüğüm için olsa gerek pek fark etmiyordum zayıfladığımı. Tamam on kilo daha zayıftım buraya geldiğim güne göre… Ama  yine de yolun başındaymış gibi hissediyordum.
xxx
İstanbul’a döndüğümüzde Eylül annemlerin evinden artık ayrılmam gerektiğini söyledi. Benim zayıflamaya çalıştığımı gören babaannemin bir yerine inme inebilirmiş. Ve hatta zamanında onun aşırı beslemesine ses çıkarmayan annem bile ona destek verebilirmiş. Kerem zaten okul ve iş bahanesiyle çoktan evden ayrılmıştı. Ama benim ayrılmamı ailem nasıl karşılar bilemiyordum. Hem öyle ha deyince de kiralık eve çıkmak içimden gelmiyordu. Buna da çözümü Eylül buldu. Babasından kalma evde, hastanede birlikte çalıştığı Melisa’yla birlikte kalıyordu. Bir odaları da boştu. Eğer istersem en azından diyet ve spor programım bitene kadar onlarla kalmamı teklif etti. Alt katlarındaki spor salonu da benim için idealdi. Fazla düşünmedim bile… 
Babam evden gittiğime ‘benim adına’ sevindiğini söylerken babaannem gözyaşlarını gizleme peşindeydi. Ama sanırım babamın yaptığı bir konuşma yüzünden ne o, ne de annem itiraz etti. Böylece ben de ailemden bir köprü uzağa taşınmış oldum. Zaten pek bir eşyam yoktu. Bavulum ve laptopumu aldıktan sonra yerleşmiş oldum. Annemin verdiği sıfır nevresim takımlarını da unutmayayım. İyice kızdırmamak için aldım ve hatta Eylül’le birlikte nevresimleri yataklara da serdik. 
O gece bu yabancı odada, yabancı yatakta yatarken hayatımda çok radikal bir değişiklik yaptığımın ayırdına vardım. Çeşme’ye gittiğimde de bir şeylerin değişeceğini hatta değiştiğini hissediyordum ama bu, evden ayrılmak, kendi ayaklarım üstünde durmak adına büyük bir adımdı.
Spor ve diyete devam ettim. Daha doğrusu yeme düzenim tamamen değişirken, spor da rutinim haline geldi. Ama eskisi gibi ağır spor değil. Her sabah sahilde 5 kilometre yürüdükten sonra spor salonunda hafif spora devam ettim. Altı ayın sonunda işyerine dönme kararı aldığımda 80 kiloydum. Kaslı bir insandım. Saçlarımı da Eylül’ün isteğiyle farklı bir modelde kestirmiştim. Hatta gardırobumu da Eylül’ün yardımıyla baştan sona yenilemiştim. Dışardan da olsa çalışmaya devam edip maaşımı da aldığım için para konusunda sorunum yoktu. İşe dönmeye, Buse’ye neler kaybettiğini göstermeye hazırdım!
xxx
Son zamanlarda aynı evi paylaştığım Eylül ve Melisa arasında acayip bir gerilim başlamıştı. Her konuda fikir ayrılığı yaşıyorlardı. Ne kadar samimi olduklarını bilmesem bir şeyi paylaşamadıklarını düşünecektim ama herhalde benim hüsnü kuruntumdu.
Eylül de bana eskisine göre daha mesafeli davranıyordu. Televizyon seyrettiğimiz akşamlarda eğer Melisa odadaysa o da geliyor, suratını beş karış asıp ekrana bakmaya başlıyordu. Ben odama çekildiğimde ikisi de odasına gidiyordu. Garip bir şeyler dönüyordu ve ben bunu çözecek kadar ‘kız dili’ bilmiyordum.
Aynalarla henüz tam anlamıyla barışmış sayılmazdım. Özel olarak asla aynaya bakmıyordum. Ancak yeni bir şey denerken falan. Ama bu akşam eski mahallemizden ortak bir arkadaşımızın nişan törenine giderken kendime her zamankinden fazla özen gösterdiğimi fark ettim. Giyindikten sonra alıcı gözüyle aynaya baktım. Bakar bakmaz da arkada başka biri mi var diye aranmaya başladım. Aman Allahım bu ben miydim? Gayet fit bir vücut… Neredeyse kaslı… Yeni saç modelim yüzümü daha da ince göstermiş. Gözlerim artık tamamen yeşil ve benim kirpiklerim meğer ne uzunmuş. Yani aynaya baktığımı bilmesem ‘Kim bu yakışıklı’ diyeceğim, o derece!
Hazır olup olmadığımı anlamak için kapıyı tıklatıp cevabımı bile beklemeden kafasını uzatan Eylül’ün yüzünün şekli bir anda değişmese belki ben aynaya bakmaya devam ederdim. Ama Eylül’deki ani değişim ona dönmeme neden oldu. "Bir şey mi oldu?"diye merakla sordum. Sanki birden bir yerine ani bir sancı vurmuş gibi kalakalmıştı. Önce dikkatle bana baktı, sonra "Yok bir şey, hazır mısın?" diye sordu. ‘Vardı bir şey’ ama güya benim en iyi arkadaşım olan kişi bunu bana anlatmaya hazır değildi. Belki de o anlatıyordu da beynimin kilolarımla birlikte giden kısmında kalmıştı anlayan yerlerim.
xxx
Centilmence kolumu uzattım, ona eşlik ederek kapıdan çıktık. Nişan töreni lüks bir oteldeydi. Belki de ilk kez Melisa olmadan baş başa kalıyorduk. Hayatımla ilgili o büyük kararı verdiğimden beri ilk kez dışarıda bir yere çıkıyordum. Benim için bu gece adeta bir test gecesiydi. Bakalım insanlar bendeki değişimi fark edebilecek miydi?
Ve bu cumartesi gecesini atlatırsam, pazartesi sabahı işte nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı merak edecektim bu sefer de…
Eski mahallemizdeki insanlar ailemi de çağırmıştı. Onlar da beni yaklaşık dört ay sonra ilk kez görecekti. Dört ayda sadece iki kez kahvaltıya uğramıştım. Annem ve babam telefonda sitem etse de onlara da ne kadar değiştiğimi göstermek istiyordum.
Eylül’le birlikte kapıdan adımımızı attığım anda önce annem, sonra babam kalakaldılar oldukları yerde. Sanki çok ünlü biri girmişti de içeri herkes ona bakıyordu. Eylül’ün elini bırakıp onların yanına gittim. “Neden öyle vurgun yemiş balık gibi bakıyorsunuz, benim işte tanımadınız mı?” dedim. Annemin yanaklarından süzülen gözyaşlarının iyi mi yoksa kötü mü olduğunu çözmeye çalışırken babam “Oğlum Emre, bu sen misin? Eylül olmasa başkası der geçerdim yanından” deyince bu kez şaşırma sırası bana geldi. “O kadar mı değişmişim baba?” diye sordum. Annem gözyaşlarını çantasından çıkardığı mendile silerek “Harika olmuşsun. Bir anne oğlunu tanıyamaz mı? Valla ben tanıyamadım” dedi. Sanırım ‘harika’ lafı yüreğimdeki taşı kaldırıp attı. Sırtım dikleşti. İkisinin arasına girip yürümeye başladık. Beni eskiden tanıyan herkesin ağzı bir karış açık kalıyordu. Sonrasında yanıma gelip benim o olduğumdan emin olmak istiyorlardı. Eylül ise duvara yaslanmış, bizi izliyordu. Biraz gururla… Ama daha çok hüzünle…
Gurur kısmını anlıyordum. Ben onun eseriydim. Ama hüzün… Onun nedenini çözmem lazımdı. Bir psikoloğu çözmek de pek kolay olmasa gerek. Kadınları kim anlamış ki ben anlayacağım? Ama yılmayacağım. Ben ki 6 ayda 25 kilo verdim. Artık hayata bir Çinli gibi bakmıyorum, göz rengimi biliyorum. Ve bir boynum oldu yeniden… Daha hareketliyim. Hemen yorulmuyorum. Ve şu nişan törenine katılan kadınların bakışlarından yanlış anlamıyorsam, yakışıklıyım da…
Anne babamı tanıdıklarla bırakıp Eylül’ün yanına geldiğimde sırıttım. “Eee sence testi geçtim mi?” diye… “Ne testi?” diye tersledi Eylül. “Sence bende bir değişiklik yok mu Eylül?” diye biraz da bıkkınlıkla sordum. “Olmaz mı?” dedi, yarım ağız güldü, ya da bana öyle geldi. Sonra da hızlı adımlarla ayrıldı yanımdan. Baktım tuvalete gidiyor, peşinden gitmedim önce… Ama sonra tuvaletin yanındaki çıkıştan yangın merdivenlerine doğru dönünce ben de peşine takıldım.
Çatı katında, insanların sigara içtiği bir yer gibi gözüküyordu, bir duvar dibine sinmiş ağlıyordu Eylül. “Allahım ben ne yaptım?” diye… “Kendi ellerimle onu başkaları için hazırladım. Buse bile onu görünce pişman olup üstüne atlayacak.”
Acaba kilolar giderken kulaklarımda hasar mı bırakmıştı. Eylül benim hakkımda bunları mı düşünüyordu yani… Beni beğeniyor muydu? O benim çocukluk aşkımdı. Ama hiçbir zaman ulaşamayacağımı bildiğim için kaybetmemek için hep ‘arkadaşı’ kaldım. Onsuz bir hayatı asla düşünmedim. Zamanla duygularım aşktan evrilse de bu gece duyduklarımdan sonra küllerin arasındaki közler yeniden alev aldı.
xxx
Filmi geriye doğru sarınca Melisa ile aralarının kötü olmasının nedeni de acaba ben olabilir miyim diye düşünmeye başladım. Ne yani Eylül beni mi kıskanıyordu? Hem de en yakın arkadaşından. Yıllarca kardeşimin yaşadıklarını bizzat ben de mi yaşayacaktım. Eylül’ü duyduğuma dair hiçbir işaret vermeden biraz da hızlı adımlarla tekrar salona döndüm. Yaklaşık on dakika sonra da Eylül döndü. Yüzü ağlamış da bunu saklamak için zaman geçmesini beklemiş gibiydi. Makyajı geldiğimiz kadar mükemmel durmuyordu ama hala çok güzeldi. Omzuna doğru eğildim, “Asıl sınavım pazartesi günü başlıyor, biliyorsun değil mi?” dedim. “Buse de neler kaçırdığını görmeli. Ama bu kez ona aplikasyon hazırlayan aptal aşık yok karşısında. Ayaklarıma kapanmadan olmaz” dedim.
Eylül yüzüme garip garip baktı, gülmesine engel olamayarak “Aman Allahım bir canavar yaratmışım. Emre Tanerstein” dedikten sonra nişan töreninin başladığı salona doğru yürümeye başladık.
Nişandan sonraki kokteylde Eylül, sanırım unutmak istediği şeyler vardı, biraz fazla içmişti. Ben ise içiyormuş gibi görünüp tek kadehle bütün geceyi geçirmiş, hatta onu da bir köşeye bırakmıştım. Ama biraz alkollü olduğum izlenimi vermek fena olmazdı. Böylece yarın hatırlamıyorum numarasına yatabilirdim.
Taksiyle dönerken Eylül’ün omzuna koydum başımı. “Sanırım çok içtim, başım dönüyor” dedim. Eylül kıkırdadı, “Ben de pek iyi sayılmam” diye… “Neden gülüyorsun” diye sordum. “Melisa bu gece evde yok” diye yanıt verdi. Aklımda deli sorular. Bu kız benim sarhoşluğumdan mı faydalanacak yoksa?
Taksiden inip güya evin anahtarını zar zor bulup içeri girdiğimizde içerisi karanlıktı. Işığı açtığımda Eylül’ün koltukta sızdığını gördüm. Gülümsedim. Öyle güzel, öyle masum duruyordu ki… Aslında ona biraz kızmadan da edemiyordum. Ancak zayıflayınca farkıma varmıştı. Ben o şişman halimde kalsam, sadece ‘arkadaş’ olarak devam edecekti.
Ne kadar kızsam da centilmenliği elden bırakmadım onu kucağıma alıp odasına, yatağına götürmeye karar verdim. Kucağıma alır almaz kollarını boynuma sardı. “Çok güzel kokuyorsun. Tıpkı deniz gibi… Güneş gibi…” dedi. Güneşin bir kokusu olması fikrine gülerken yatağına bıraktım usulca… Elbisesi pek rahat değildi. Straplez şeklindeydi, arka fermuarını açınca çıkarması kolay oldu. Ancak ben içinden çıkanlara pek hazırlıklı olmadığım için yutkundum. Elbisesini düzgünce bir kenara koyup üstünü battaniyeyle örtüp hızla çıktım.
Hayatımla ilgili şimdiki planım Eylül Hanım’ı, bana yaptıklarına pişman etmek. “Şişmanken sadece ‘arkadaş’ olan Emre’yi başkalarına ellerinle yollamak neymiş göreceksin” diye düşünürken yüzümde kocaman bir gülümsemeyle uyudum.
Pazar sabahı yine erkenden uyanıp yürüyüşe çıktım. Bu kez yürüyüşü biraz uzun tuttum. Kahvaltı saati geldiğinde Eylül’ü aradım. Sahilde kahvaltıya beklediğimi söyledim. Saati görünce ufak bir çığlık atıp telefonu kapattı. Yarım saat sonra verdiğim adresteydi. Tayt ve tişört, kapüşonlu bir üst giymiş, gözüne de kocaman güneş gözlükleri takmıştı. Sanırım güneş, akşamdan kalmalığını tetikliyordu.
Elimi sallayıp kendimi gösterince masaya geldi. Yüzü hala normale dönmemişti. “Nasılsın?” deyip yanaklarından öpünce “Bu enerjiyi neye borçlusun. Sen de benim kadar içmiştin oysa” dedi.
“Sabah her zamanki saatte kalkıp koşunca kendime geldim. Sana da tavsiye ederim” deyince yüzünü buruşturdu. Kahveyi de içtiğinde tamamiyle kendine gelmişti.
“Eee yarın için planımız ne?” deyiverdim, öyle pat diye… “Ne planı?” dedi. “Hani yarın işe başlıyorum ya… Buse’yi pişman edeceğim ya!” Gözlüklerini yarım indirip yüzüme inanmaz gözlerle baktı. “Sen ciddisin” dedi sonra. Gülmek istedi ama daha çok ıstırap çekiyor gibiydi yüzü. “Bence kendin ol” dedi sonra da omzunu silkerek.
“Daha önce de kendimdim ama benimle alay etti” diye yanıt verdim bu kez biraz da kızarak. “O zaman içindeki cevherin dışında kalın bir kabuk vardı. Görmesine engeldi. Kabuk kalktı. Görecektir” dedi. Sonra da hesabı ödeme bahanesiyle aceleyle gitti.
Ben sırıtarak arkasından bakarken “Demek kendim olacağım” diye söyleniyordum içimden.
xxx
Hava güzeldi ve benim de içim içime sığmıyordu. Bütün gün dolaştık. Sonra balık ve salata malzemesi alıp eve geldik. Biz geldiğimizde Melisa da eve gelmişti. Ben mutfağa girip balıkları hazırlarken ikisi birden salata için yardım isteyip istemediğimi sordu. Melisa çok hevesli görünüyordu. “Ellerini yıka ve gel bakalım yamak” dedim. Melisa sevinçle yanıma gelirken Eylül, “Benim biraz çalışmam lazım” deyip odasına girdi.
Yemek hazır olduğunda Eylül’e whatsapp’tan “Yemek hazır” mesajı attım. Melisa’yla balkonda masaya oturmuşken yanımıza geldi. “Ben aç değilim, size afiyet olsun” deyip gidecekken elinden tuttum. Gözlerini bana dikti. “Sen yemezsen ben de yemem. Ben hazırladım diye mi böyle yapıyorsun. Hem yarın için senden taktik almam lazım” dedim. Melisa merakla “Ne taktiği?” diye sordu. Ama Allah’tan onun dalı psikoloji değil de fizik tedaviydi ve bana taktik vermeye kalkışmadı. Yemekten sonra ortalığı toplama görevini kızlara verip odama çekildim. Biraz kitap okuyup erkenden uyumayı planlıyordum.
Odanın kapısı çalınınca Eylül’dür diye sevinip açtığımda karşımda Melisa’yı buldum. “Bence taktiğe falan ihtiyacın yok” deyip yanağıma bir öpücük kondururken Eylül’ün de oradan geçeceği tuttu. Odasına girip kapıyı hırsla çarparken ben Melisa’ya teşekkür edip odadan yollamakla meşguldüm.
xxx
Pazartesi benim için büyük gündü. İşyerine 6 ay aradan sonra sıkı bir giriş yapmalıydım. Eylül’ün dediğini uygulamaya karar verdim. Buse için kılımı bile kıpırdatmaya niyetim yoktu zaten. Benim amacım Eylül’ün duygularını açmasını sağlamaktı. Ama Buse’nin tepkilerini izlemek de hoş olabilirdi. İşyerine girdiğimde danışmadaki kız – ki sabahları günaydın, akşamları iyi akşamlar da olsa muhabbetimiz vardı- kimi aramıştınız dedi. Kartımı çıkartıp yandan girince “Nasıl yani? Siz?” dedi. Arkamda onu ağzı bir karış açık bırakıp asansörle 4. kata çıktığımda genel bir sessizlik vardı. Ben de sessizce masama gidip oturdum. Buse’nin çıktığı Mete, “Pardon ama yanlış geldiniz galiba” dedi arkamdan. Yüzümü döndüğümde o da resepsiyondaki kızla aynı tepkileri verdi. “Nasıl yani? Siz”… Sanırım gün boyunca bu sözleri ya da benzerlerini duymaya devam edecektim.
Yavaş yavaş mırıldanmalar artarken kalktım, kendime kahve doldurup masama döndüm. Buse artık stajyerliği bırakmış kadrolu eleman olmuştu, “İnanmıyorum” diye masama geldi. “Siz Emre Bey’e n’aptınız” diye sordu. Sorarken gayet ciddi gibiydi. Arkama dönüp baktım başkasıyla mı konuşuyor diye. “Merhaba” dedim, kahvemi içmeye devam ettim.
xxx
İş hayatına uyum sağlamaya çalışırken patron dahil herkes benimle konuşmuş, bendeki değişikliğin sebebini anlamaya çalışmıştı. Sağlığımla ilgili olarak büyük bir ameliyaın ardından uzun bir dinlenme dönemi geçirdiğimi söyledim. Sonuçta işle ilgili hiçbir aksama yaşanmadığı için olsa gerek “hoş geldin” diyerek geri çekildiler.
O sırada cep telefonuma bir bildirim düştü. Baktım mesaj Buse’den. “Cidden sensin değil mi?” diye. “Bu kız bu kadar salak mıydı? Yoksa ben mi fark etmemiştim” diye düşünürken ikinci bildirim düşüverdi. “Yemeğe birlikte inelim mi?” diye… “Dışarıda yiyeceğim, size afiyet olsun” yazıp yolladım. Mete, Buse’nin çıkıyorum diye anons ettiği çocuk, suratını asmış arada bana bakarak çalışmaya devam ediyordu. “Eee ne var ne yok? Bıraktığım gibi mi buralar?” diye sordum. Mete bana doğru döndü, “Her şeyi takip etmişsindir sen” dedi. Ben nezaman senli benli konuşmaya başladık diye düşünürken, “Buse ile çıkıyorum” dedi. “Ooo tebrik ederim” dedim. Gerçekten ve kalpten gülümsediğimi görünce rahatladı. Ceketimi alıp öğle yemeğinde dışarı çıkacağımı söyledim. Herkes bana uzaylı görmüş gibi bakıyordu. Kadınlar daha çok iç çekerek, erkekler ise hafif kıskançlıkla… Demek gerçekten de benim içimdeki cevher kilolarımı aşıp dışarı çıkamıyormuş diye düşünürken aklıma Eylül geldi. Telefonla aradım. Açmadı. Mesaj attım, “Tavsiyen için teşekkürler” diye… Dayanamayıp aradı 5 dakika sonra. “Niye, ne oldu?” diye sordu açar açmaz da… “Çok etkili oldu. Akşama anlatırım” deyip kapattım. Şimdi o düşünsün dursun etkisini…
xxx
Eve girdiğimde içerisi çok sessizdi. Buzdolabının üstünde Melisa’nın "Geç gelirim. Yemeği bensiz yersiniz" yazılı notunu buldum. Ama aklım Eylül’deydi. Aradım, meşgule düştü. Tam yine arayacakken kapıda anahtar sesi duydum. Eylül telefonu elinde kapıyı açıyordu. Anlaşılan birisiyle konuşuyordu. Ve sesinden anladığım kadarıyla biraz üzgündü. Beni görünce güldü ama gözleriyle değil. “Eee nasıl geçti günün?” diye sordu. Ama aslında anlatma ne olur der gibiydi ses tonu.
“Herkes çok şaşırdı. Bütün gün ''Gerçekten sen misin" sorularına maruz kaldım” dedim gülerek. Elini yüzünü yıkayıp mutfağa gelmiş, dolapta bir şeyler ararken “Haklılar” diye mırıldandı. Benim duymamı beklemiyordu sanırım. “Neden haklılar?” diye soruverdim tam arkasından. Sanırım arkasında olduğumu da bilmiyordu, zıpladı. “E haklılar tabii. Altı ay önceki senle, şimdiki sen birbirine benziyor mu?” dedi.
“Dediğin gibi sadece dışımdaki kabuk inceldi. İçim aynı” dedim. Artık yüz yüzeydik ve vereceği cevabı sabırsızlıkla bekliyordum. “Biliyorum” deyip odasına doğru koştu. Kapıyı çarptıktan sonra kilitledi.
“Eylül şu yaptıklarının bir açıklaması var mı?” diye sordum kapının kolunu zorlarken. “Hayır yok” diye cevap verirken ağlıyordu. “Yok. Sadece yalnız bırak beni” dedi.
Ben de odama gidip kapıyı çarptım. Ama kilitlemedim. Kulaklıklarımı takıp yattığım yerde, ışığı bile açmadan müzik dinlemeye başladım.
Açtım ama açlığımın farkında bile değildim yaşadığım hayal kırıklığı yüzünden. Eskiden olsa çoktan mutfağa gitmiş, ne bulursam yiyor olurdum. Ama sanırım gerçek aşk insanı gerçekten de iştahtan kesiyordu.
xxx
Karanlıkta ne kadar süre geçtiğini bilmeden yatarken kapım açıldı. Eylül yanıma geldi. Dizlerinin üzerine eğildi. Aralık kapıdan gelen ışıktan başka ışık yoktu odada. Gözleri ağlamaktan şişmiş olsa da çok güzeldi. Dalgalı bal rengi saçları önüne düşmüştü.
“Ne oldu? Bir yerin mi ağrıyor?” diye sordum merakla. 
Elimi alıp kalbinin üstüne koydu. “Kalbim ağrıyor” dedi. 
“Niye?” dedim. “Çünkü karşılıksız seviyor” dedi. 
“Emin misin?” diye sordum. “Neyden?” dedi. “Karşılıksız olduğundan” diye yanıt verdim. “Sen Buse’yi seviyorsun” dedi. “Emin misin?” dedim yine… “Peki sen?” dedi.
Yatakta doğruldum, ellerini ellerimin arasına aldım. “Buse’yi sevdiğimi sandığım günlerde iştahım artmıştı, azalmamıştı” dedim. “Buse’den altı ay ayrı kaldım, aklıma bile gelmedi. Ama sen Çeşme’de beni bırakıp gittiğinde çok özledim” dedim. İnanmaz gözlerle baktı. “Ama sana çok kırgınım” dedim. “Niye?” diye sordu. “Ben şişmanken bana bu gözle bakmıyordun. Zayıflayınca kıymetli oldum” deyiverdim.
xxx
Gözlerini kaçırmadan cevap verdi. “Hayır. Ama sen o kadar kötü durumdaydın ki, o kadar özgüvenden yoksundun ki, ne yapsam farklı algılayacaktın. Acıyorum sanacaktın. O yüzden seni elimden kaçıracağımı bile bile senin iyi olmanı istedim sadece. Ama yapamadım. Ellerimle başkasına yar etme kısmına gelince sapıttım”  dedi gülerek.
“Beni her halimle gördüğü halde yanımda olan bir ailem var bir de sen. Sen benim çocukluk aşkımdın ama ben o kadar kötü bir haldeydim ki, sana açılmaya korktum. Senden ayrı kalmaktansa arkadaşın olarak da olsa yanında olmayı seçtim” dediğimde dudaklarımı kapattı eliyle.
“Sus” dedi. “İkimiz de sınavdan geçtik. İçindeki cevheri ilk günden keşfettim sadece senin de onu keşfetmen için zaman gerekiyormuş. Artık bundan sonrasını birlikte keşfederiz.”

2 yorum:

  1. Büyük bir keyifle okudum :)
    Bu öykü, sadece kilo sorunu olanlar için değil, her konuda kendisiyle barışamayıp özgüven sorunu yaşayan kadın ya da herkes için güzel bir örnek - rehber niteliğinde... Teşekkür ve sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  2. Onun aşkı bana extra large, bana extra large, bana extra large
    Giydim ama beni boyum kaç, benim kilom kaç, daha benim yaşım kaç

    Cok değil, arar o beni arada bir
    O benim hayatımın tuzu biberi
    Özledim, "iyi seyler düşün" dedi
    Gözlerim, bir onun yolunu bekledi

    Onun aşkı bana extra large, bana extra large, bana extra large
    Giydim ama beni boyum kaç, benim kilom kaç, daha benim yaşım kaç

    Onu çok sevmek söyle neye yarar
    Yapıştırırsın, o bir daha kırar
    Söyledim, "sana bir şey olmaz" dedi
    Gezindim, bulamadım onun gibisini

    Onun aşkı bana extra large, bana extra large, bana extra large
    Giydim ama beni boyum kaç, benim kilom kaç, daha benim yaşım kaç

    YanıtlaSil