4 Mart 2010 Perşembe

Kırık dökük bir aşk hikâyesi

“Ayna ayna söyle bana, en güzel gelin kim bu dünyada?”…
Sesli değil, içinden söyledi bu sözleri İpek ve kendi kendine güldü.
Gelinlik provasına her geldiğinde aynı cümle aklına takılıyordu ve gülüyordu.
Kendi kendine gülmesi bitince daha ciddi şeyler düşünmeye başladı.
Bu evlilik teklifini kabul etmekle doğru kararı vermiş miydi?


Tabii vermişti.
Üniversitenin ilk sınıfından beri çıkıyorlardı. Çevrede herkes onları birbirine yakıştırıyordu.
Peki onu seviyor muydu? Hemen eliyle “Bu soruyu geç” der gibi bir hareket yaptı. Sanki sorunun cevabını düşününce bu yanıttan hoşlanmayacaktı.
Tekrar gözlerini aynaya dikti… “Saçımı o gün açık mı kullansam, yoksa topuz mu yapsam” diye çok daha önemli bir meseleye geçti.
Cevaplanamayan o soru ise aklının bir köşesine saklanıverdi.
Kapı çaldığında o yüzden büyük bir coşkuyla “Girin” dedi… Sanki o sorudan daha kolay kaçmasına yardımcı olacaktı. Gelinlik mağazasının çalışanlarından biriydi… “Nişanlınız size bir mektup yollamış” dedi, biraz da manidar bir gülüşle…
Anlam veremedi önce… Ama aldı mektubu… Üstünde ismi yazıyordu. “Şaka olmalı” diye düşündü. Ya da son zamanlarda yaşadıkları stresi biraz azaltmak için müstakbel kocası tarafından bulunmuş bir yol… Ama mektubu zarftan çıkarıp okumaya başladığında bir el önce boğazını sıkmaya başladı. Ardından o el kalbine doğru indi.
Cümleler yıldırım hızıyla beynine hücum ediyordu.

“Yapamayacağımı anladım…”
“Seni sevmediğim için değil.”
“Kendimi dinlemeye ihtiyacım var.”
“Kanada’ya yerleşmeye karar verdim.”
“Sana iyi şanslar…”

Gelinliğinin içinde ince görünmek için ve de düğün stresinden günlerdir doğru dürüst bir şey yiyemiyordu. Belki açlığın da etkisiyle ilk tepkisi bayılmak oldu.
Nişanlısı düğüne üç gün kala böyle bir şeyi yapmazdı. Yapamazdı.
Mağaza çalışanları düşme sesine gelip onu yerde bulduğunda çok korktular. Hemen annesine telefon edildi. Takside evlerine giderken söyleniyordu annesi… “Ben sana diyordum bir şeyler yemelisin diye, bak sonunda bünyen dayanamadı…”
O ise elinde buruşturulmuş mektup, dışarıya bakıyordu. İçine akıttığı göz yaşları içini acıtıyor ama sesini çıkaramıyordu.
Annesi neden sonra sordu “O elindeki de ne?” diye… Okuduğunda ise hiçbir şey demedi… Sadece “Bu gece istersen kendi evine gitme, bizde kal” sözleri döküldü ağzından.
Üç gün sonra evine döndüğünde içindeki düğümle baş başa buldu kendini… Okul yıllarından beri oturduğu küçük evi… Evlenince gideceği için üzülüyordu aslında. Ama alıştırmıştı kendini… Kocasıyla yeni bir evde yepyeni bir hayata merhaba diyecekti. Bu ev ise onun eski hayatıydı. Çantasını ayakkabılığa astı. Kendini camın önündeki koltuğa bırakıverdi.
“Bu manzarayı bırakmak aptallık olacaktı” dedi… Ağlamadan önce düşündüğü son şey de bu oldu.
Önce içli içli, sessizce ağladı. Sonra bağıra bağıra… Ağlaya ağlaya da uyuyakaldı koltukta…
Uyandığında hava kararmaya başlamıştı. Acıktığını hissetti. O kadar uzun süredir açlık hissetmiyordu ki şaşırdı.
Dolapta fazla bir seçenek yoktu yiyecek için…. İşte o zaman aklına geldi. Kapı komşusu ve yakın dostu olan Uğur’u aramak…

XXX

Uğur’la bu eve taşındığı gün tanışmıştı. Yani üniversite bire başlarken… Babası şehir dışında mimarlık okuyacağını öğrendiğinde ona bu küçük evi almıştı. Manzarası müthişti. Yıllar sonra babası emekli olduğunda ailesi de bu şehre yerleşmiş, ancak o buna rağmen kendi evinde oturmaya devam etmişti…
Uğur ondan 5 yaş büyüktü. O mezun olmuş, bir işe başlamıştı. Ailesinin hali vakti yerindeydi. Ve aynı şehirde olmalarına rağmen onun ayrı eve çıkma isteğini kıramamış, üniversiteye başlarken Uğur'a bu evi almıştı babası.
Uğur her zaman onun en iyi dostu olmuştu. Hatta kız arkadaşlarından bile daha iyi… Onu ararken gülümsüyordu.
“Çoktandır görüşemiyoruz. Sana bir yemek ısmarlasam derdimi dinler misin?” dedi. “Yemeği sen ısmarladığına göre bayağı bir derdin var” diye yanıt verdi Uğur gülerek... Her zaman gittikleri yere gitmek için sözleştiler. Uğur iş çıkışı gelmişti lokantaya… İpek o geldiğinde menüyü inceliyordu. Yüzünde hiç makyaj yoktu ve üzüntüsü yüzünden okunuyordu. Yemekte hiçbir şey anlatmadı İpek… Ama sonra içtikleri şarabın da etkisiyle çözülüverdi dili… Artık ağlamıyor olmasına şaşırdı eski nişanlısından bahsederken… “O kadar çok ağlamışım ki, göz yaşlarım kurumuş” diye düşündü.

XXX

Uğur’un ilk tepkisi, “O kaybetti” oldu. Hemen yanında taşıdığı not defterinden temiz bir sayfa çıkardı. O günün tarihini attı. Ardından da “İşte senin temiz sayfan, yeni bir başlangıç için” dedi. Altına İpek’in bir karikatürünü yapmayı da ihmal etmedi. İpek’i hep güldürüyordu. Sınıfta kaldığı zaman onu o neşelendirmişti. İlk iş görüşmesine gidip reddedildiğinde de…

Şarap ve dertleşme iyi gelmişti İpek’e… Restoranda onlardan başka kimse kalmamıştı. Eve gittiler. Şarap yüzünden biraz sallanıyordu Uğur onu dairesine bırakırken… İpek biraz da kıkırdayarak, “Bana evlenme teklif edecek tanımadığım ilk adamın teklifini kabul edeceğim” deyiverdi. Uğur da ona “Benimle evlen” diye cevap verdi. İpek artık diline hâkim olamıyordu. Uğur’a “Gay misin yoksa?” diye sorarken aslında hiç kötü bir niyeti yoktu. Ama bu sözler beklenmedik bir tepkiye yol açtı. Uğur kapıyı çarptığı gibi çıktı gitti. Üstelik evine de değil… İpek, nişanlısı tarafından düğüne üç gün kala terk edildiğinde bile bu kadar acı çekmemişti.

İş yerinden aldığı izin bitmiş, iş başı yapmıştı. Ama kafası karışıktı. Uğur’a hâlâ ulaşamıyordu. Cep telefonlarını asla açmıyordu. Ev telefonunun telesekreterine bıraktığı mesajların sayısı yüzü aşmıştı ama yine de dönmemişti Uğur… Dairesinden gelecek sesleri duymak için kulağını kabartıyordu. Ama dairesine de gelmiyordu. Bir haftadır yalnızdı İpek... Onu hiç bırakmayan vicdan azabını saymazsa tabii…

Sonra bir akşam geç bir saatte bir anahtar sesi duydu İpek… Kulak kabarttı. Kapıdaki gözetleme deliğinde Uğur’u gördüğünde hiç düşünmeden kapıyı açtı. “Artık benden kaçamazsın, konuşacağız” diye Uğur’un ardından dalıverdi dairesine… Uğur omuz silkmekle yetindi. Uzun süredir uyuyamamış gibiydi. En az iki günlük de tıraşı vardı. “Benim söyleyecek bir şeyim yok” dedi. “Ama benim var” diye yanıt verdi İpek… “Ve beni dinleyeceksin.”

“O sözler ağzımdan nasıl çıktı bilmiyorum. Ama onu demek istemediğimi sen de biliyorsun. Ben tanımadığım bir adamın evlilik teklifini kabul edeceğim derken birden senden öyle bir teklif gelince afalladım. Yani senin benimle gerçekte evlenmek istemediğini, şaka yaptığını biliyordum ama belki de şaka kaldıracak bir anımda değildim. Ben de acımasız şakaya acımasız bir şakayla karşılık vermek istedim.”

XXX

Uğur “Bitti mi?” diye sordu. Sonra da İpek’in ağzının açık kalmasına neden olan şu sözler dökülüverdi ağzından… “Ben seni, şu daireye taşındığın günden beri seviyorum. O aptal adamla nişanlanacağın zaman sırf olaya şahit olmamak için yurtdışına gittim. Ayrıldığınıza üzülmedim.” Ve sonra yine beklemediği bir şey yaptı İpek’in… Öptü… Hem de öyle bir öpücük ki… İpek ayaklarının yerden kesildiğini hissediyordu. Sordu: “Sence bu bir gay'in öpüşmesine benziyor mu?”
Saatler gibi süren o öpücüğün ardından da, sanki aralarında bütün bunlar yaşanmamış gibi banyoya girdi. “Kapının yerini biliyorsun” diye seslendi. O zaman anladı İpek, Uğur’u ne kadar kırdığını…

Evine döndü. Biraz çalışmak için masasının başına oturdu. Ama aklını veremiyordu. Eski albümlere bakmak hep işe yarardı. Yine öyle yaptı. Çıkardı… Ne gariptir ki, eski nişanlısıyla çekilmiş fotoğrafı bir ya da iki taneydi. Ama Uğur’la paylaştıkları ne çok anı vardı.
Arkadaşlarla gidilen bir Ada gezisinde Uğur’la yan yana… Yine arkadaşlarla gidilen bir tatilde Uğur ona arkadan kulak yaparken… İşin ilginci İpek’in yüzü hep gülüyordu. Nişanlısıyla çekilen fotoğraflarında ise ne kadar ciddiydi. Ve hep gözleri başka bir yere bakıyordu. Sanki başka birini; gelmesini istediği birini bekler gibi…

Oda bir anda etrafında dönmeye başlamıştı. Keşfettiği gerçek onu sarsmış, başının dönmesine yol açmıştı. O yüzden gelinlik provasında içini kemiren o soruyu es geçmişti. Çok düşünürse o zaman keşfedeceği gerçekten korkmuştu. Ve aslında nişanlısı ona büyük bir iyilik yapmıştı. Şimdi ise yapması gereken Uğur’u geri kazanmaktı!

XXX

İpek o gün geç saatlere kadar çalıştı. Artık eve gitmek bile istemiyordu. İşi hiç değilse düşünmesine engel oluyordu. Bu yüzden de kendisine yeni işler icat edip duruyordu. Herkes bu kadar çok çalıştığı için dalga geçmeye başlamıştı. Şakayla karışık “Patronun gözüne mi girmeye çalışıyorsun?”, “Ayağımızı kaydırmaya çalışıyorsun, ayıp oluyor” son zamanlarda en çok duyduğu cümlelerdi.
İpek hiçbirine yanıt vermiyordu. “Sevdiğim adamı aptallığım yüzünden kaybettim. Yokluğunu hiçbir şeyle dolduramıyorum. O yüzden de kendimi işe boğuyorum” diyebilir miydi?
Nişanlısı onu terk edeli 6 ay olmuştu. Yakın dostum dediği ama sonra garip bir tesadüfle aşık olduğunu anladığı Uğur’un kalbini kıralı da… Ve Uğur bu kenti, bu ülkeyi terk edip gideli de… Durduramamıştı onu. Arkasından sadece bakmış ve ağlamıştı. Daha da kötüsü, ona, onu sevdiğini bile söyleyememişti. Uğur onu sevmediğini düşündüğü için bırakıp gitmişti. Onu… Her şeyi…

Uğur’un evini kiraya vermemesi bir umuttu İpek için. Belki siniri geçince dönerdi. Telefonunu değiştirmişti. Ulaşamıyordu. Adresini bilmiyordu. Ailesine de söylememişti nereye gideceğini. Uğur’un ailesi de soğuk davranıyordu ona… Acaba Uğur anlatmış mıydı aralarında geçenleri. Yok… Anlatmazdı Uğur… Ama onu üzdüğünü düşünüyor olmalılardı ki, sorularına yanıt bile vermiyorlardı. Bir tek Uğur’un erkek kardeşi Umur ona destek oluyordu.

Ve bir gün Umur daha fazla dayanamadı. Uğur’un yerini İpek’e söyleyiverdi. “Önce Amerika’ya gitti. Orada bir şirkette mühendis olarak çalışmaya başladı. Deli gibi çalışıyordu. Hiç izinsiz. Bir iki kez görmeye gittim. 2 saatten fazla göremedim. Ama sonra firma onu İngiltere’ye, Londra’ya yolladı yeni bir proje için. Ona bir de ev tuttular.” 
Bir altı ay daha Londra’da kalacaktı Uğur. Sonra yine Amerika’ya dönecekti.

Birden bir şimşek çaktı İpek’in kafasında… Bu bir fırsat olabilirdi. Uğur’u görmek, onu sevdiğini söylemek için. Belki de son fırsat… 6 aydır haftalık izin bile kullanmamıştı doğru dürüst. Bir on beş gün izin alsa kimse bir şey diyemezdi. Hemen izin kağıdını doldurmaya başladı. Vizesi vardı. Uçak sorununu da internetten hallediverdi. Bir elinde elektronik biletin çıktısı diğer elinde Umur’dan aldığı Uğur’un adresi kapıdan çıkarken uzun zamandır olmadığı kadar mutluydu… Hatta umutluydu da…
Havaalanında güvenlik için sıraya girdiğinde yüzünde aptal bir gülümseme vardı. Ara sıra karamsar bir düşünce kaplamıyor değildi içini… Aradan geçen 6 ayda ya onun duyguları değişmişse… Ya başka birine aşık olmuşsa…

Uçak yolculuğu bitmek bilmedi. Biraz da rötar yüzünden tabii… Kafasında binlerce senaryo yazdı Uğur ile ilk karşılaşacağı ana dair… Uğur kapıyı açıyor, karşısında onu görünce boynuna sarılıyordu. Sonsuza kadar mutlu mesut yaşıyorlardı. Bir başka senaryoda İpek kapıyı çalıyor, Uğur’u evde bulamıyordu. Akşama kadar Londra yağmurunda onu bekliyordu ve Uğur gelmiyordu. 
Bu, kötü senaryolardan biriydi. İlkine odaklandı. Öndeki konsoldan romantik bir film seçti. İzlemeye başladı. Bir şekilde onu düşünmemeliydi. Kalbinin atışını biraz olsun dizginleyebilmeliydi. Bu düşüncelerle uyuyakaldı… Rüyasında Uğur’u gördü. Umur verdiği sözü tutmamış, gideceğini Uğur’a söylemişti. Havaalanında onu karşılamaya gelen Uğur’a koşuyordu.

XXX

Hostes onu uyandırmaya çalışırken İpek gülüyordu. “Uçağımız indi. Yolculardan bir siz kaldınız” sözlerini duyar duymaz apar topar ayıldı İpek. Üstten el bagajını aldı. Aşağıya indi. Bavulunu beklerken dakikalar geçmek bilmiyordu. Rüyanın da etkisiyle gözü tanıdık bir yüz arıyordu, Uğur’u… Ama ne yazık ki yoktu. “Sadece bir rüyaydı, ne bekliyordun ki?” diye söylendi kendi kendine… Yer ayırttığı otele doğru metroyla yola çıktı.
Metroda gördüğü her yüzü ona benzetiyordu. Duyduğu her sesi de… “Deliriyorum” diye düşündü. Otele girdi. Hem uyuyarak vakit kaybettiği için, hem de uçağın kalkışındaki rötar yüzünden otele tahmininden geç ulaştı. Bu gece gitmeyecekti Uğur’a… 
“Bu kadar bitkin görünüyorken olmaz” dedi.
Duşunu aldı. Bir kot bir tişört geçirip yemek yemek üzere dışarı çıktı. Basit ve temiz bir yer ararken bayağı bir dolaşmıştı. “Biraz alkol bu gece beni sakinleştirmek için iyi olabilir” diye düşündü. Daha önceki gelişlerinde gittiği bir pub’a yaklaştı.

Sonra… O sesi duydu. Uğur’du… Türkçe ile karışık İngilizce konuşuyordu. Kahkahalarla gülüyordu. Yanında çok güzel bir kadın vardı. İki kişi daha vardı karşılarında. Bir kadın bir erkek… Ama onların yüzünü göremedi. Kötü ya da iyi bütün senaryoları düşünmüştü ama bu yoktu… Bu kadar kötüsü aklına hiç gelmemişti. Ve bu kez rüya da değildi.
Uğur bir an ama sadece küçük bir an için İpek’i gördüğünü düşündü. Tam karşısında… Bir an sanki onunla göz gözeydi. Gözlerini sımsıkı yumup açtığında ise yoktu. “Yine hayal görüyorum” diye düşündü. “Bu kadar çok düşünürsen olacağı buydu tabii…”
Ama o andan sonra kahkahaları azaldı. Dalıp dalıp gidiyordu. Yanındaki arkadaşları bir gariplik olduğunu anladı ama üstelemedi.

İpek içkisini içememiş, üstelik aç kalmıştı. Açlık, üzüntü, hayal kırıklığı hepsi üst üste gelmiş, aylardır kuşandığı zırhı delmişti adeta. Pub’dan çıktıktan 10 adım sonra yere çöktü. Bir binanın girişine… Sonra da ağlamaya başladı. Sessizce… Ama canı… Kalbi çok acıyordu. Orada, o durumda ne kadar kaldığını bile bilmiyordu. Kalktı… Yüzünü elinin tersiyle sildi. Oteline doğru yola koyuldu.

Girer girmez yüzünü soğuk suyla yıkadı. Aynaya baksa bir enkazla karşılaşacağını biliyordu. Bu yüzden aynaya bakmadı. Yattı. Üstünü bile değiştirmeden…
Uğur da o gece hiç uyuyamadı. Arkadaşları onu otomobille bırakmak istemiş, o ise yürümeye ihtiyacı olduğunu söyleyerek ayrılmıştı yanlarından. İpek’in Uğur’un yanında gördüğü Sophie meraklanmıştı. “İyi misin?” diye sordu. “Kötü görünüyorsun” diye ekledi. Uğur merak edilecek bir şey olmadığını söyledi. Arkasını dönüp yürümeye başladı.
İpek ne yapıyordu acaba İstanbul’da şu an? Nasıl da onu gördüğünü düşünmüştü. Şimdi şimdi pişman oluyordu ona son bir şans daha vermediğine… Onu dinlememişti bile…
Nişanlısından ayrıldığı gün onu teselli etmiş, sarhoşken “Karşıma çıkacak ilk erkeğin evlenme teklifini kabul edeceğim” dediğinde de evlenme teklif etmişti. Ama aldığı yanıt “Yoksa gay misin?” olmuştu.

Ona aşık olduğunu nasıl görememişti İpek. Nasıl bu kadar kör olabilmişti. Sonrasında durumu açıklamış, ya da açıklamaya çalışmıştı İpek ama o dinlemek bile istememişti.
Onu sevmeyen bir kadını yıllarca gizli gizli sevmenin yükünü artık taşıyamaz olmuştu. Amerika’dan gelen iş teklifinin zamanlaması da mükemmeldi. Bir kurtuluştu. O günden sonra İpek onu arayamasın diye cep numarasını değiştirmişti. Ailesini de sıkı sıkıya tembihlemişti kendisiyle ilgili hiçbir bilgi vermemeleri konusunda. Bir tek Umur, onu anlayamadığını söylüyordu. “Bu kadar acı çekerken bu saçmalıklar niye?” diyordu. “Niye aptal filmlerdeki gibi davranmak zorundasın? Niye ne diyeceğini dinlemiyorsun? Bu kadar mı korkuyorsun, ondan… Kendinden…”

XXX

Evet korkuyordu. “Aptal, sen benim sadece başını omzuma dayayacağım arkadaşımsın. Kendini ne sandın” demesinden… Bunu duymaktansa ölmeyi tercih edeceğini biliyordu. Amerika’da da İngiltere’de de kadınlar neredeyse onunla birlikte olmak için yarışıyordu. Ama o hiçbirine yüz vermiyordu. İçinden gelmiyordu. Ne zaman gözünü kapasa İpek’in yüzü çıkıyordu karşısına.. Onun o ipek gibi sesini duyuyordu gözü kapalıyken de…
Bardan çıkıp yürüdüğünde 10 metre ötede bir karaltı gördü. Barda gördüğü kişi olup olmadığını düşündü. İpek… Sonra bunun imkansız olduğu dank etti kafasına. Sola doğru, evine döndü…

İpek erkenden uyandı. Daha doğrusu hiç uyumamıştı ama başka odalardaki insanları rahatsız etmemek için kıpırdamadan öylece yatıyordu. Sanki bütün vücudu dayak yemiş gibi ağrıyordu. Ama en çok da kalbi… Sabah 8 olduğunda kalktı. Duş aldı. Bu kez aynayla da yüzleşti. Gerçekten enkazdı. Gözlerinin altı ağlamaktan şişmiş, morarmıştı. Sanki iki günde 10 kilo vermiş gibi çökmüştü yüzü… Şimdi çok önemli bir sorunu halletmesi gerekiyordu. Bir, uçak biletini 15 gün sonrasına almıştı. Onu daha öne çekmeliydi. İki, yine de Uğur’la yüzleşmeliydi… Ama nasıl? 
Bu sefer o içindekileri söyleyecekti. Sonra da çıkıp gidecekti hayatından. İstanbul’da kendini canlı canlı gömecekti. Yaşayacak ama bir anlamı olmayacaktı. Sadece iş düşünecekti.
O gerçek aşkı bulduğu gün kaybetmişti. Bir daha da aramak istemiyordu.

Uğur da gece boyunca gözünü kırpmamıştı. Sıkıntılıydı. Umur’u aramak istedi. Kardeşine İpek’i sorabilirdi. İstanbul’da saatin 8 olmasını zor bekledi. Hemen telefona sarıldı. Umur sanki saatler once kalkmış gibi canlı ve neşeliydi. “İpek’le konuştun, ondan arıyorsun değil mi?” diye sordu. İşte o an Uğur’un başından aşağı kaynar sular döküldü. “Nasıl yani?” diyebildi. “Nerede… Konuşacaktım…”
Umur “Tüh bir çuval inciri berbat ettim galiba. Sürprizi mahvetmemişimdir umarım” dedi. “Seni görmek için dün Londra’ya uçtu…”
Uğur o zaman anladı dün gördüğü gerçekten de İpek’ti. Yolda yürürken gördüğü karaltı da… Umur’a “Nerede kalıyor?” diye sordu. Yanıtı alır almaz da telefonu kapatıp kapıdan çıktı.
Tek umudu otele o çıkmadan yetişebilmesiydi. Dün büyük ihtimalle Sophie’yi yanında görmüş, o yüzden çekip gitmişti. Bu kez de o her şeyi yanlış anlamıştı.

İpek uçağı ne yazık ki istediği gibi hemen bugüne aldıramamıştı. Sadece 5 gün öncesinde yer bulabilmişti. O yüzden 10 gün zorunlu tatile devam edecekti. Bileti değiştireceğinden o kadar emindi ki oysa bavulunu toplamıştı bile. Yeniden açmak da içinden gelmemişti. Sonrasında da Uğur’un oturduğu yerden daha uzak bir yerdeki otele geçmeyi düşünüp hesabı kesmişti. Taksi çağırmıştı. Kapı çaldığında taksinin geldiğini haber verdiklerini düşünerek açtı kapıyı. Eli bavulunda, gözü ise odada… Bir şey unuttum mu acaba diye… Bu yüzden kapıda dikilen kişiye bakmadı bile… Yüzünü döndüğünde hayatının en büyük şaşkınlığını yaşadı. Uğur’du…
“Sen… Burada olduğumu… Nereden biliyordun?” dedi kesik kesik… “Boş ver” dedi Uğur. “Dün gece neden o pub’da yanıma gelmedin?” diye sordu.
“Sen… Beni gördün mü yani?”
“Bir serap gördüğümü sanıyordum Umur’la konuşana kadar. Sonra yolda önümde bir karaltı vardı. Sana benzettim. Ama o kadar imkansızdı ki, peşinden gelmedim.”
“Dün gece seni orada… görünce… kapıdan kaçar gibi çıktım. 10 adım sonra bir yere çöktüm. Ne kadar süre orada kaldığımı bile bilmiyorum. O yüzden büyük ihtimalle o karaltı da bendim.”

Birbirlerinden uzak duruyorlardı. Ne yapacaklarını bilmeden. İpek elindeki bavulla oynuyordu. İlk davranan Uğur oldu. Koştu sarıldı. Bir daha hiç kaybetmek istemiyorcasına… Sanki bırakırsa yeniden kaybedecekti. İpek de bavulu bıraktı sonunda Uğur’a sarıldı. Konuşacak çok şeyleri vardı.
İlk konuşan İpek oldu. “Ben… uçak biletini öne aldırdım. Daha fazla kalmamın anlamı yoktu..”
Uğur “Boş ver uçak biletini” dedi. “Seni o kadar çok seviyorum ve beni sevmediğin düşüncesi beni o kadar deli ediyordu ki, senden kaçtım. Özür dilerim.”

“Beni hiç dinlemedin. Seninle son konuştuğumuz o geceden sonra fotoğraf albümüme bakarken anladım her şeyi. Bir anda. Sihirli değnek değmiş gibi. Aslında uzun zamandır sadece seni sevdiğimi. Ama beni sevmediğini düşünerek başka biriyle evlenmeye kalktığımı…”
Uğur, İpek’i bir öpücükle susturdu. Sonra İpek’in bavulunu eline aldı. Birlikte Uğur’un evine doğru yola çıkarlarken boşa giden ayların hıncını alırcasına hızlı yürüyorlardı. El ele…


4 yorum:

  1. Çok beğendim ben... Bir an gay çıkıcak sandım ama :)

    YanıtlaSil
  2. Aşk olsun:) Hiç çıkarır mıyım? Öldürürüm daha iyi:)))

    YanıtlaSil
  3. (Facebook aracılığıyla gelen yorumları aktarıyorum:)

    SONGÜL EKREN
    Yasemincim, çok beğenerek bir solukta okudum asıl senin kalemine sağlık (aslında klavyene mi sağlık desem) yenilerini bekliyorum selamlar
    4 Mart Perşembe, 22:09


    TUNA GÜÇLÜ TATAR
    Çok akıcı, neler olduğunu öğrenmek için çabucak okudum. Uğur'a da söylendim durdum. İnşallah gurur yapıp geri dönmemezlik yapmaz ve sevdiğini söyler diye...:)))) Hikayelerini kitap halinde görmek isteriz ....
    5 Mart Cuma

    ŞAFAK AKARSU
    Harika bir hikaye. Bunun gerçekleşme olasılığı da çok yüksek. Bazen kişiler yanlış zamanda karşılaşıyor ama şansları varsa buluşma oluyor. Eline sağlık Yasemin aşk her şeye rağmen güzeldir acısıyla tatlısıyla...
    7 Mart Cumartesi

    YanıtlaSil
  4. Yine çok güzel bir hikaye. Çok beğendim, yüreğin dert görmesin....

    YanıtlaSil