22 Haziran 2015 Pazartesi

3 günlük bir şey işte

Cep telefonu ısrarla çalıyor. Kulağım duyuyor ama beynim açmam gerektiğini algılamıyor sanki… Neden sonra açmaya karar veriyorum ama masam o kadar dağınık ki telefonu ararken kağıtlar havada uçuşuyor, zımbalar yerlere düşüyor, dağılıyor. Ve evreka… Sonunda telefonu buluyorum. Arayan da amma ısrarcıymış ha derken, üzerinde yazan ismi görüyorum. Israrın nedenini de böylece anlamış bulunuyorum.
“Alo.. Selam. Son aldığımız reklam kampanyası üzerinde çalışıyorum. Ama şu anda kısa bir mola vermiştim çok şanslısın.”
Çocukluk arkadaşım Işıl arayan… Ve ben sözümü tamamlar tamamlamaz, iki aydır sarfettiği cümleleri tekrar sıralamaya başlıyor. Dinliyorum… Sabırla… Sonra başlıyorum makineli tüfek gibi cevap vermeye…
“Yine mi aynı konu… Kesinlikle hayır. Gitmeyeceğim işte. İşim gücüm var benim. Tamam… Tamam… Sana da iyi günler…”
Çaatttt…
Tamam cep telefonu pek çat diye kapanmaz. Ama o da benden olsun. Bu sinirle telefonu fırlatıp atmadığım iyi oldu.

XXX

Bir aşağı bir yukarı yürümeye başladığımın farkında bile değildim o sırada… Kapı açılıp da aniden bir ses duyunca üniversitenin birinci sınıfından beri arkadaşım olan iş ortağım Sema’ya bakakaldım.
“Eylül, yine kiminle kavga ediyorsun. Oooo, bu sefer odada kimse de yok. Demek artık kendi kendinle de dalaşabiliyorsun, bravo!”
“Hayır Sema… Kendimle kavga ettiğim falan yok” derken içimden de “Henüz” diyordum. 
“Işıl’a kızdım”…
“Hani şu çocukluk arkadaşın Işıl’a mı? Hayret, hiç kavga etmezdiniz” derken sinsi sinsi gülüyor mu ne?
“Durumu biliyorsun. Orhan beni terk etti ya. O da aklı sıra beni Ayvalık’taki yazlığına göndermek istiyor. Yalnız kalmak bana iyi gelecekmiş. İşe gömülüp nereye kadar kaçabilirmişim gerçeklerden…”
Sonra Sema’ya baktım çaresizce… “Gerçekten de o kadar kötü mü görünüyorum?” diye sorarken alacağım cevaptan ürkmüyor değildim.
Sema gözlerini gözlerimden kaçırıp masadaki dağınıklığa odaklandı. “Kız belki de haklıdır. Orhan’ı unutsan artık. Bak o genç kız için seni terk edeli neredeyse iki ay oluyor. Sen hala hatasını anlayıp döner diye bekliyorsun. Sana da yazık değil mi?”
Evet… Bana yazık değil mi? O, neredeyse yarı yaşındaki kızla gününü gün ederken benim kendimi cezalandırmamın mantığı var mı gerçekten…

XXX

Bunları düşünürken ağzımdan çıkanlara ben bile inanamadım. “Tamam… Pes ediyorum. İşleri sana yıktığım için kızmayacaksan tamam. Birkaç günlüğüne gidip kafamı dinleyeyim. Hazır oralar da fazla kalabalıklaşmamışken…”
Sema sakince yanıma yaklaştı. Yanaklarımdan düştüğümü bile fark etmediğim gözyaşlarımı sildi masamdan aldığı kağıt mendille. Sonra da cep telefonumu verdi elime... “Ara hadi Işıl’ı da ayrıntılı adres al. Yön ve adres bulmada ne kadar kötü olduğunu herkes biliyor. İnce detaylarına kadar tarif almazsan ne yazık ki içim rahat gönderemem seni. İşleri merak etme… Zaten aldığımız süreden once yetiştirmemiz gerekiyormuş gibi koşturuyordun. Rahatla. Bak ilham perilerin orada daha çok ziyaret edecek seni.”
Haklıydı. Sakin kafayla daha rahat çalışabilirdim. Doğayla iç içe… Laptop'umu almalıydım. Bir de son işle ilgili dosyanın fotokopilerini. N'olur nolmaz orijinalleri bırakayım. Başına bir iş gelir falan değil mi ama…

XXX

İyi ki ayrıntılı yol tarifi almışım, almışım da buradaki bütün yollar birbirine benziyor. Onca ayrıntılı tarife rağmen üç kişiye sorarak bulabildim sonunda evi. Gerçekten Işıl’ın söylediği kadar varmış. Gerçi facebook’ta gözüme sokmuştu fotoğraflarını evin ama gerçeği daha da güzelmiş. Bahçesi çok güzel. Ağaçların altındaki salıncak da çok davetkar duruyor. Bir de şu sallanır sallanmaz deniz tutmuş gibi olan midemi kandırabilsem…
Işıl’dan tarifi almakla kalmamıştım tabii… Anahtarları da almıştım. Ne o yoksa paspasın altında bulacağımı mı düşünmüştünüz filmlerdeki gibi… Burası Türkiye yok öyle…
Arabadan inerken kendi kendime konuşuyordum. “Al işte, geldik bakalım. Ne olacaksa? Üstelik daha saat sabahın 10’u. Hain, uyutmadı bile beni sabahın köründe uyandırdı. Neyse, bari bir duş alayım da uyuyayım. Umarım buralar güvenlidir.”
Ayaklarımın dibinden gelen küçük bir havlama sesiyle düşüncelerim bölündü. Siyah mini mini bir köpek gelmiş, oyunlar oynuyordu. “Ellerim küçük bavulum ve marketten aldığım yiyecek paketiyle dolu olmasa oynardım ben seninle ufaklık. Dur bakalım, içeri bir girelim. Şunları bırakayım. Bir kendime geleyim…”

XXX

Kapıdan girince evin büyüklüğü bir an kalbimin teklemesine neden oldu. Kocaman evde tek başına… Al işte yine aklıma Orhan geldi. Oysa onunla birlikte balayında olabilirdik şu sıralar. Offff…
Evi dolaştıkça daha da bir ısındım eve. Şöminesi harika. Becerebilirsem yakarım. Hatta önündeki şu sehpada çalışmak zevkli olabilir.
Kendime hazırladığım sandvici zorla da olsa yedikten sonra, siyah küçük köpeğe verdiğim sözü tuttum ve onunla neredeyse yarım saat oynadım. Yeşilliklerin içinde yuvarlandım. Ve o süre boyunca Orhan aklıma sadece üç kere geldi. Belki de eve bir köpek almalıyım.
Eve döndükten sonra duşumu aldım. Biraz şöminenin karşısında –ama itiraf ediyorum yakamadım- çalıştım. Akşam yemeğim mikro dalgada pişerken ben de şarabımı yudumluyordum. Yemekten sonra oturduğum koltukta -hem erken uyanmaktan hem de temiz havanın çarpmasından- gözkapaklarımla kapanmaması için savaş veriyordum.
Tam o sırada kapıda bir anahtar çevrilmesi sesi duydum. 

XXX

Kalbim ağzımda atarken elime şöminenin yanında bulduğum demiri aldım. Kapının yanına gittim. Birisi hem anahtar şıngırtısı içinde kapının anahtarını bulmaya çalışıyor, hem de telefonla konuşuyordu. 
“Tamam Ahmet. Geldim. Yol çok uzun sürdü. Öğleden sonra 2’de çıkabildim yola ve ancak gecenin 12’sinde vardım. Kapıdayım ve çok yorgunum. İlk işim uyumak olacak. Bana bak, yazlığına gelmem için ısrar ettin ama ya Işıl kızarsa. Sonuçta bu Işıl ile ortak yazlığınız ve siz henüz boşanmadınız. Demek umursamaz ha! Tamam o zaman bir şey olursa sorumluluk senindir.”
Kapının açılmasıyla çığlık atmam bir oldu. Karşımda 1.90’lık yorgun bir dev duruyordu. Yorgun diyorum çünkü konuştuklarına kulak misafiri olmuştum. Ayrıca gözleri kan çanağı gibiydi. Sakalları da mağara adamından hallice gösteriyordu onu.
“Bağırmayın lütfen hanımefendi. Kimsiniz bilmiyorum ama ben bu evin sahibi Ahmet’in arkadaşıyım ve beni o davet etti.”
Yavaş yavaş sakinleştim. Söylenmeye başladım. “Biliyordum böyle bir şey olacağını. İçime doğmuştu. Ah Işıl seni bir elime geçirirsem…”
“Işıl mı? Ahmet’in karısı Işıl mı? Gerçi ayrılmak üzereler biliyorum ama… Benim de aklıma gelmişti. Hatta biraz once ona da söyledim.”
“Biliyorum” dedim. Şaşırarak baktı bana.
“Tıkırtıları duyduğumdan beri kapının arkasında bu demirle bekliyordum” dedim önüme bakarak. Allah'tan son anda demirle saldırmaktan vazgeçmiştim. Belki Ahmet’in arkadaşı olduğunu duyunca… Belki de ses tonunun güzelliğinden… Bilemeyeceğim.

XXX

İkimiz de aynı anda birbirimize bakıp sorduk “Peki şimdi ne olacak?”
Sonra ben devam ettim. “Ne mi olacak? Yakınlarda bir otel vardır herhalde. Yok mudur?”
Adını henüz bilmediğim adam cevap verdi. “Dalga mı geçiyorsunuz. Bu civarlardaki tek bina bu… Gelirken yol sormak için bile doğru dürüst bir yer bulamadım.”
Aklım hızla çalışıyordu. “O zaman bu gecelik bir çaresine bakarız. Yarın da bir şeyler düşünürüz” dedim. Ardından da tanışmak üzere elimi uzattım. “Merhaba. Ben Eylül. Anladığınız üzere Işıl’ın arkadaşıyım.”
“Ben de Murat. Ben de Ahmet’in arkadaşıyım. Ama siz bunu ben girmeden önce de biliyordunuz. Kapı ardından beni dinlediğinize gore…”
“Dinlemek demeyelim. Kendimi korumak içindi.”

XXX

İçeri girer girmez cep telefonumu aldım. Işıl’ı aradım. Bir şeyden haberi yoktu doğal olarak. 
“Işıl senden nefret ediyorum. Haberim yoktu da ne demek? N’apacağım ben bu adamla? Yarın sabah hemen dönüyorum. Gördük senin planını… Tamam…”
Aynı anda Murat da cebinden Ahmet’i paylıyordu. “Yanılmıyorsam ben sana bir aksilik çıkar mı diye sormuştum. Sen de çıkmaz demiştin. Bak neler geldi başıma. Sakin falan olamam.”
İkimiz de telefonu kapatmış birbirimize bakıyorduk. Ev sahibi sayılırdım çünkü eve ondan once gelmiştim. 
“Madem bu gece zorunlu ev arkadaşları olacağız. Yeni bir başlangıç yapalım. Aç mısınız? Dolapta sandviç malzemesi var. Size bir şeyler hazırlayabilirim” dedim. Sakallı çenesini kaşıdı… Bir şey düşünüyor gibiydi. “Zahmet olmayacaksa..” dedi. 
Evde tek başınayım diye şortlu gece yatma takımımı giymiş olduğum yeni aklıma gelmişti. Ben açık mutfağa doğru yürürken arkamdan baktığını hissedebiliyordum. “Hay bin kurbağa” dedim içimden… Sonra da buzdolabından sandviç malzemelerini çıkarıp tezgaha koydum. Bir yandan sandviç hazırlarken bir yandan da sordum.
“Konuşurken duydum, öğleden sonra 2’de çıktım anca varıyorum diye. 10 saatte nereden geldiniz ki böyle…”
“Gerçekten çok yorgunum ve ben buraya kafa dinlemeye geldim. Cevap vermesem şahsi algılamazsınız değil mi?”
Tabii canım, benimki de delilik yani… Ne konuşuyorsun elin adamıyla… Ondan sonra yalnızca önüme baktım, sandvicini hazırladım. Tezgahın oraya içecek bir şeylerle birlikte bırakıp laptop’umun başına geçtim. 15 dakika once benimle savaş veren gözkapaklarım sanki yeni maceralara aç objektifler gibi açılıvermişti.
Sandvicini bitirince yanıma geldi. Ben teşekkür edecek diye beklerken “Sanırım bu gece mecburen ikimiz de bu evde kalacağız. Benden daha önce geldiğinize göre odalara bakmışsınızdır. Bana bir oda gösterin de uyuyayım” deyiverdi.
“Buyur buradan yak” diyecektim ki, son anda tuttum dilimi. Üst kata çıktım. Sağdaki odayı gösterdim. “Burayı ben kendim için düşünmüştüm. Sanırım şu karşısındaki oda müsait” dedim. Sonra da odaya geçip kapıyı kapattım.
Yatağa yattım ama uyumak ne mümkündü? Uyuyamadığım için de her bir sesi duymak ne kelime radar gibi algılıyordum.
O sırada aşağıdaki kapıda bir tıkırtı sesi daha geldi. Ama bu kez anahtarla açmaya çalışılıyor gibi değil de, bir şeyle kanırtılıyor gibi. Yatağın içinde dikiliverdim.

XXX

Odadan çıktım. Bu sefer yanımda şömine demiri de yoktu. Karşı odaya doğru parmak uçlarımda giderken merdivenin başında bir karaltıyla karşılaşınca çığlığı basıverdim.
Çığlığıma Murat denilen adam da uyanmış kapıya çıkmıştı. Çok komik bir kareydi. Ben, Murat ve siyah beresinden anladığım kadarıyla hırsız… Üçümüz de birbirimize bakıyorduk.
Hırsız elindeki silahı ikimize doğrulttu. Murat daha ayılamamıştı sanırım, sorulabilecek en aptalca soruyu sordu: “Sen de kimsin?”
Filmlerde gördüğümden daha esprili ve yılışık bir hırsızdı. “Ben mi? Hırsızım, 3 kilometre ötede bir yazlığı soyuyordum ki sahibi geldi. Biraz boğuştuk. Sanırım adam biraz öldü. Ama sıkı adammış, beni de kolumdan yaraladı. Onun arabasını aldım. Tam sizin bahçenin kapısı önüne gelmiştim ki araba su koyuverdi.” 
İkimiz de anlamaz gözlerle bakınca hırsız açıklamak zorunda kaldı. “Benzini bitti alooo… Ben de mesleki hünerimi kullanıp kapınızı açtım. Boş sanıyordum ki karşıma siz çıktınız. Sahi sizin arabalarınız nerede?”
İkimizin de arabası kapalı garajdaydı ve hırsız neyse ki şimdilik bunu bilmiyordu. İkimiz birbirimize bakarken o hızlı davrandı: “Biz… Bizi bir arkadaşımız bırakıp gitti. Sabaha geri gelecek.”

XXX

Hırsız, arsız bir şekilde kolundaki yarasına bakmamı istedi. Yarası derin değildi ama acıyordu söylediğine göre. Ben ne yapacağımı bilmez halde dikilirken Murat yanıma geldi. “Ben bakarım” diye… Sonra da banyoya gidip ilkyardım çantasını aldı. Adamın kolunu öyle güzel tedavi ediyordu ki, hayranlıkla onu seyrederken buldum kendimi. Hırsız Murat’a “Baksana, ne güzel hallettin” deyince Murat “Askerde ilk yardım öğretmişlerdi” dedi.
Hırsız tedavisi bitince acıktığını ilan etti. Bu kez silahıyla beni gösterdi: “O yaramı tedavi ettiğine göre, yiyeceği de sen hazırla..” 
Mutfağa giderken “O silah olmasaydı sen görürdün böyle emretmeyi” diyordum kendi kendime… Ona da sandviç yaptım, bıraktım. Biz koltukta otururken o yaralı eliyle sandvicini yedi, sağlam eliyle ise silahını bizim üstümüze tutmaya devam etti.
Allah'tan yemekten sonra bir de gazımı çıkarın demedi. 
Silahla bizi çatı katına çıkarttı. Sonra da o kattaki tek ve küçük odayı göstererek “Beni uğraştırmayın da şu odaya geçin” dedi.  “Ben onunla aynı odaya girmem” diye inledim. Hırsız “Öyle mi?” dedi manidar bir şekilde. “Geldiğimde de ayrı odalardan çıkıyordunuz siz. Ne o darıldınız mı yoksa?” derken söylene söylene girdik aynı odaya… Ancak uyanık hırsız odanın anahtarını içeriden aldı önce… Sonra da bizi odaya kilitledi.

XXX

“Ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sordum Murat’a… “Seni bilmem ama ben uyumayı düşünüyorum. 10 saat araba kullandım bugün.”
Hayalimde onu yakasından tutup sarsıyordum ama gerçekler başkaydı. 
“Nereden geldin ki sen 10 saatlik yol” diye sordum anında pişman olarak. 
“Samsun’dan” dedi. 
“Konuşmayı pek sevmiyorsun galiba. Baksana taksit taksit veriyorsun cevapları,”
Yanıt tek kelimeydi: “Evet.”
“Baksana camdan kaçamaz mıyız?” diye sordum.
“Üçüncü kattayız. Dışarısı çok karanlık. Ayağımı kırmak istemem. Ama sen deneyeceksen buyur” dedi.
Bu oda, aşağıdaki odadan daha küçüktü. Yatak da öyle…
“Cep telefonum” diye bağırdım. “Aşağıdaki odada kaldı. Yanımda olsa yardım isterdik.”
“Adı üstünde cep telefonu, niye cebinde değildi ki?” diye sordu omzunu silkerek. Pijama şortumu gösterdim, cebi yoktu. “Sen cebini pijamanda mı taşıyorsun yani?” diye sordum. Gülümsedi. Aman Allahım o nasıl bir gülümsemeydi öyle… 
“Tamam. Özür dilerim, saçmaladım. Şey. Uykum kaçtı bir kere. Konuşmayı sevmem ama çok meraklısın demezsen… Havalar daha ısınmadı. Üstelik buralar çok ıssız. Niye geldin tek başına."

XXX

“Evet haklısın, çok meraklısın” diye dudak büktüm, “Kafamı dinlemeye ihtiyacım vardı.”
“Ne o? Kırık bir aşk hikayesi falan mı? Bak konuşmam ama iyi bir dinleyiciyimdir” dedi.
“Nasılsa bir daha yüzünü bile görmeyeceğim” diye düşündüğümden midir nedir, çenem düştü. Başladım anlatmaya…
“Nişanlım Orhan nikaha bir hafta kala 18’lik bir kız için beni terk etti. Daha doğrusu mektubunda sadece bu kadar açıklama yapmıştı. Yüzüme bile söyleyemedi ayrıldığını. Şimdi de ben sana bir soru soracağım. Niye hırsıza hiç karşılık vermedin. Güçlü kuvvetli adamsın. Bir yumruğunla devirebilirdin. Korktun mu yoksa?”
Güldü… Yine o güzel gülüşle… Bir insan gözleriyle gülebilir miydi? Gülebilirmiş, ben de bu gece öğrendim.
“Silahını görmedin galiba. Plansızca öyle bir şeye girişsem, ikimizden biri yaralanabilirdi. Hastaneden o kadar uzaktayız ki, en ufak yaralanmada kan kaybından ölebilirdik.”
“Haklısın galiba” derken dışarıdan hırsızın sesini duyduk.
“Ne o… Kavga mı ediyorsunuz siz?”
Açıklamak zorunda hissettim kendimi… “Bakın sanırım bir yanlış anlaşılma var. Siz bizi karı koca falan zannettiniz. Yok öyle bir şey. Biz de bu gece burada tanıştık. İkimiz de bu evin sahiplerinin arkadaşlarıyız. Onlar da ayrılmak üzere…”
“Yeter ayrıntı istemez” diye bağırdı hırsız. “Anlaşıldı. Üçümüz de bu gece yeni tanışıyoruz. Daha doğrusu siz beni ne kadar az tanırsanız o kadar iyi…”
O sırada Murat lafa karıştı. “Az önce girdiğin evin sahibinin 'azıcık' öldüğünü söylerken ciddi miydin?”
“Ölüp ölmediğini bilmiyorum” diye yanıtladı hırsız. “Kafasına azıcık el fenerimle vurdum. O benim koluma bir demirle vurduktan sonra… Fener dediysem öyle miniklerden değil ama… Adam yere düştü. Sizce ölmüş müdür?”
“Yarın sabaha kadar öğrenemeyiz” galiba dedi Murat sakince…

XXX

“Aslına bakarsan kan falan görmedim kafasında” dedi hırsız… 
Murat “Kimin eviydi biliyor musun? 118’den telefonunu öğrenir arar durumu öğrenebilirdik” deyince önce bir sessizlik oldu. Arkasından “Ahmet Pars”… “Evin sahibi yani Ahmet Pars yazıyordu bahçe kapısında” dedi. 
Ne çenesi düşük hırsızdı bu… “Bizim işin inceliklerindendir. Girmeden önce kimsenin olmadığını garanti etmelisin. Ben de kapıyı çaldım. Hem de defalarca. Olur a kapıyı açsaydı yanlış geldiğimi ya da arabamın bozulduğunu söyleyecektim. Ama evden kimse çıkmadı. Ben de rahatça girdim. Adi herif, nereye gittiyse erkenden geldi. O yüzden yakalandım. Tam da çıkmak üzereydim. Bayağı bir boğuştuk. Aslında yine de şanslı sayılırım. Yanında karısı ya da çocukları da olabilirdi.”
Kilitte anahtarın dönme sesini duyduk. Hırsız kapıyı açtı. Beni önden buyur etti. 118’i arama görevini bana vermişti. Ev telefonundan aradım, Ahmet Pars’ın numarasını aldım. İlk çalışta açtıkları için şaşırmıştım. “Ben aradığımda asla ilk defasında açmazlar” dedim telefona bakarak.
Telefonla konuşma görevini ise Murat’a verdi. 
“Ahmet Pars'la görüşecektim?” karşı tarafın ne dediğini duymak için hırsız sesi hoparlöre vermişti. Biz de duyuyorduk ne yanıt geldiğini… “Ben Hırsızlık Masası’ndan Komiser Kemal. Ya siz kimsiniz?”
Murat’ın sakin kalmasına şaşırmış ve hayran kalmıştım. 
“Ben bir arkadaşıyım. Hatırını soracaktım. Ama sizin orada ne işiniz var?” diye sordu. 
“Ahmet Bey’in evine bu gece bir hırsız girmiş. Hırsız kafasına fena vurmuş arkadaşınızın. Yere düşerken de bir yere çarpmış galiba. Şu anda hastanede…”
Murat gerçekten üzülmüş gibi bir sesle “Hangi hastanede? Ziyaretine gitmek isterim” dedi. 
Komiser bu kez sinirlenmişti: “Sizin adınız ne peki? Suçlular suç mahalline döner. Belki siz de onu yaralayan hırsızsınız?” 
Murat etkileyici ses tonuyla onu Ahmet Pars’ın bir arkadaşı olduğuna ikna etti. Hatta hastanenin adını da aldı.

XXX

Telefonu kapattığında sakindi… Hırsıza dönüp “Az daha senin suçun üstüme kalıyordu” dedi. Hırsız ise adamın ölmediğine sevinmekle meşguldü. Murat “Ölmemiş ama senin vurmanla yere düşerken bir yere çarpmış. Beyin kanaması geçiriyor olabilir. Yani ölürse sadece hırsız değil katil de olursun” deyince hırsızın benzi sarardı. Ya da bana öyle geldi.
Bütün bunlar olurken aklıma odamda kalan cep telefonum geldi. Tuvalete gitmem gerektiğini söyleyip üst kata çıkarsam gizlice alabilirdim. Tabii şortun cebi olmadığına göre, çok dikkatli taşımalıydım. Tuvalete çıkarmış gibi çıkıp yatak odasında komidinin cebinde olan telefonumu aldım. Allahtan penye sütyenimi çıkarmamıştım. Onun arasına sıkıştırdım. Sonra da gerçekten de tuvalete gittim. Çıktığımda ikisi kapısında bekliyordu. Hırsız elinde silahla… Bizi yine üçüncü kattaki odaya tıktı.
Hırsızın alt kata indiğini anlayınca küçük bir zafer edasıyla Murat’a cep telefonumu gösterdim. Ama ekranda şarjın bitmek üzere olduğunu gösteren uyarıyı görünce küfrettim. Hem de sesli sesli…
Sonra da ekran tamamen karardı.
Odadan çıkış yoktu. Cep telefonu da bir işe yaramıyordu. Yatağa yan yana oturduk. İkimizin de uykusu kaçmıştı. Birden aklıma geldi. “Baksana bir şey soracağım. Ne iş yaparsın sen? Asker falan mısın? Askerden öğrendiklerim falan dedin de o adama…”
“Bilirsin ki her erkek belli bir yaşta askerlik yapar.”
“Aman canım. Ben fazla meraklı değilimdir aslında sadece sıkıntıdan soruyordum. Keşke yarasını sararken şu adama uyuşturucu bir ilaç da verseydin. Belki kaçabilirdik.”
“Banyodaki ecza çantasındaki ilaçlarla mı uyutacaktık adamı. Tentürdiyotu zor buldum.”
“Ne bileyim aklıma başka bir şey gelmiyor. Belki şimdi yorulmuştur. Bir yumrukta halledebilirsin adamı.”
“Baksana sen çok mu macera filmi seyrettin? Yoksa safı mı oynuyorsun?”

XXX

Baktım Murat konuşmaya çok hevesli değil, camı açtım. Dışarıdaki temiz hava iyi gelmişti. Yatağa döndüğümde Murat çoktan uyumaya başlamıştı. Uyuyan bir erkeğin bu kadar güzel olabileceğini de ilk kez o an gördüm. Ben de yanına, ama mümkün olduğunca uzağa kıvrıldım. Sanırım ben de uyumuşum.
Hırsız sabah kapıyı çalıp bizi uyandırdığında benim kolum Murat’ın boynundaydı. Adamın sağ kolu üzerine yatmıştım. Büyük ihtimalle kalktığında kıpırdatamayacaktı kolunu… Hemen ayıldım. 
Murat da ne diyeceğini bilemez bir halde kolunu ovuyordu. 
Hırsız kapıyı açtı, “Kapalı garajda araçlarınızı buldum. Bana yalan söylemişsiniz. Neyse ki size cezalandırmayacağım. Sadece arabanızı alacağım. Söyleyin bakalım hanginizinkini alayım? Şaka şaka… Tabii ki hızlı olan BMW’yi alacağım.”
Benim küçük arabamdan bahsetmediğini anladığımda sevindim ama sevindiğim için de vicdan azabı duydum.

XXX

O sırada dış kapıdan sesler gelmeye başladı. “Eylül, Eylül neredesin? Benim yüzümden buralara geldin diye pişman oldum. O adamla yalnız kalmayasın diye peşinden buralara geldim. Bak kıymetimi bil.”
Hırsız bana bakıp “Bu kadın kim” diye sordu.
“Hani evin sahibi arkadaşım demiştim ya, o” diye yanıt verdim. Hırsız bir bana bir Murat’a baktı. “Çabuk bir şekilde oyala. Ben buradan çıkınca da ne haliniz varsa görün” dedi. 
Işıl’ın arkasından bu kez bir erkek sesi duyuldu. Ahmet de Murat’a sesleniyordu ki, Işıl’ı gördü girişte. İkisi aynı anda “Senin ne işin var burada?” derken biz hırsızla ne yapacağımızı düşünüyorduk.
Hırsız ortalığı yatıştırmak için beni aşağı yolladı. Ancak silahın namlusu Murat’ın üzerindeydi. Yani bir şey yapamayacaktım.
Yüzüme büyük bir gülümseme yapıştırıp Işıl’ın karşısına çıktım. “Bu ne büyük bir sürpriz. Biz de Murat’la kahvaltı yapacaktık. Hatta bahçeye hazırlayayım diyordum. Şöyle salona geçin. Ben hazırlıklara başlayayım.”

XXX

Işıl anlamsızca bana bakıyordu. “Ne yani sen o adamla dün gece bu evde yalnızdın ve şimdi onunla kahvaltı mı yapacaktın?”
“Pek sizin sandığınız bir gece değildi. Sonra anlatırım. Hadi ama siz mutfağa geçin” derken bir yandan da yukarıya sesimi duyurmaya çalışıyordum. 
Işıl bendeki garipliği anlamış gibi bana baktı ve “Ne yapıyorsun sen öyle? Kafayı mı yedin” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. “Ben yukarı Murat’a haber vereyim” diyerek yanından uzaklaştım.
“Hadi onlar mutfak kısmındayken sen de arabayı alıp git buradan” dedim hırsıza bakarak. Silahın namlusu hala Murat’ın üstündeydi.
Ancak hesap etmediğim bir şey vardı. Işıl ve Ahmet merakla peşime takılmıştı. Dolayısıyla hırsızı ve hırsızın hedefindeki Murat’ı gördüler. Işıl’ın çığlığı üzerine hırsız havaya bir el ateş etti. Işıl bayılırken Ahmet onu ayıltmak için etrafta su bulmaya çalışıyordu.
Hırsız çamaşırhaneden bulduğu çamaşır ipiyle dördümüzün ellerini ve ayaklarını bağladıktan sonra Murat’tan aldığı anahtarlarla onun arabasına atlayıp gitti.
Dördümüz bağlı bir vaziyette salondaki sandalyelerde oturuyorduk ki Murat ellerini çözmeyi başardı. Ardından hepimizi çözdü. Hırsız giderken kalan üç arabanın lastiklerini indirse de stepnelerle bir aracı çalışır hale getirmeyi başardık.
İlk iş olarak karakola gitmeyi düşünüyorduk ki Murat “Ben Ahmet Pars’ın durumunu merak ediyorum. Onu görmeye hastaneye gidiyorum” dedi. Önce hastaneye gitmeye karar verdik.

XXX

Araçtan inip Ahmet Pars’ı sorduğumuzda yanımıza bir adam yaklaştı. “Ben Hırsızlık Masası’ndan Kemal… Dün gece arayan siz miydiniz?”
Murat sakince cevap verdi. “Evet bendim. Onu yaralayan hırsız bizi, yani Eylül Hanım’la beni rehin almıştı. Arkadaşıyım demeye mecburdum. Hırsız sabah benim aracımla gitti. Şehirden uzaklaşmıştır bile. Bizi bağlamıştı. Kendi çabamızla kurtulup direkt buraya geldik.”
Komiser Kemal “Şanslıymışsınız” dedi. Sonra da Ahmet Pars’ın durumu hakkında bilgi verdi. “Düştüğünde kafasını çarptığı için beyin kanaması geçirmiş. Hastanede beyin cerrahı yok. Doktor bekliyoruz. Gelirse yaşama şansı var.”
Komiserin yanına gelen doktor beyin cerrahının yolda olduğunu ama gecikeceğini söyledi. Bunun üzerine Murat adamın yanına gidip “Merhaba ben Dr. Murat Haktanır. Beyin cerrahıyım. İsterseniz ameliyatı ben yapabilirim” dedi.
O an aklımdan “Ne ketum adammış. Doktormuş söylemedi bile” düşüncesi geçiyordu Ahmet Pars’ın durumundan daha çok. Utandım.

XXX

Ahmet ve Işıl şaşkın şaşkın bana bakarken Murat hazırlıklarını yapıp ameliyata girdi. 2 saat süren ameliyatın ardından Ahmet Pars kurtulmuştu. Ameliyatın ardından bizi karakola götürdüler. İfadelerimizi verdik. Hırsızın robot resmini çizdirdik. Sabıkalı dosyasını inceledik. Hırsızı ilk once Işıl’ın tanıması üzerine hepimiz birbirimize baktık. En az o görmüştü ama ilk o tanımıştı.
Yapacak işimiz kalmamıştı. Murat Ahmet Pars’a bir kere daha baktıktan sonra Samsun’a döneceğini söyledi. Tabii bu kez arabası yoktu.
Ahmet ve Işıl yazlığa döneceklerini, sonra da İstanbul’a doğru yola çıkacaklarını söylediler. Işıl bana bakıyor, ne yapacağımı anlamaya çalışıyordu. Benim arabam vardı ancak lastiklerini yaptırmam gerekiyordu. “Ben de hastaneye gidiyorum. Arabamı almak için tamirciyle birlikte yazlığa uğrarım” dedim.
Murat’ı yazlığa dönme konusunda ikna ettim. Onu İstanbul’a, havaalanına bırakacaktım. Uçakla dönecekti. Arabası henüz bulunamamıştı. Bulunsa bile tek parça olacağından emin değildik ikimiz de…
Biz yazlığa döndüğümüzde Ahmet ile Işıl gitmişti. Yine yalnızdık.

XXX

Kapıyı bu kez daha sıkı kilitledim. Bizi buraya tamirci getirmişti. Arabamın lastiklerini tamir ettikten sonra gitti. Ben de mutfağa gidip bir şeyler hazırladım. Sabahtan beri bir şey yemediğimizi de o zaman fark ettim. Karşılıklı sahanda yumurtalarımızı yerken sordum: “Ne o, seninki de mi kırık bir aşk hikayesi yoksa… Bu mevsimde… Burada?”
“Hayır… Bir hastamı kurtaramadım. Ameliyatı başarılı geçmişti. Ama sonra… Olmadı.”
Gözleri kızarmıştı. Sanki akmaması için zorladığı gözyaşları gözlerini dağlıyordu. Üzülmüştüm. Sorduğuma pişman olmuştum. Sonra Murat derin bir nefes aldı. 
“Çok üzüldüm. Peki karın böyle yalnız gelmene bozulmadı mı?” diye sordum. Ne duymayı beklediğimi bilmiyordum bile… Birden çıkmıştı ağzımdan sözcükler.
“Evli değilim ki! İşimle evliydim bugüne kadar” dedi.
Birden dünün ve günün yorgunluğu omuzlarıma yük olmuştu. Esnemeye başladım. “Yola bu gece çıkmasak bozulur musun? Kendimi çok yorgun hissediyorum” dedim. Güldü. “Acelem yok” dedi. Şöminenin karşısındaki koltuğa oturduk yan yana… Açık laptop'umu görünce işimle ilgili sorular sordu. Sonra sohbet etmeye başladık. Gece yarısını çoktan geçmiş, benim uykum kaçmıştı. Neden sonra “Hani uykun vardı senin?” diye sordu. Biraz da zorla beni yukarıya götürdü. Birbirimize iyi geceler deyip uykuya çekildik. Yatar yatmaz sızdım. Orhan’ın beni terk ettiğini hiç düşünmeden uyuduğum ilk geceydi.

XXX

Sabah erkenden kalktım. Hazırlandım. Odamı toparladım. Aşağı indiğimde Murat benden once kalkmış, sessizce oturuyordu. Onu öyle görünce irkildim birden. “Korkutmak istememiştim” dedi. Birlikte kahvaltı ettik. Yola çıkarken “Son bir kez Ahmet Pars’a baksak senin için mahsuru olur mu?” diye sordu. Hastasını kaybettiği için daha hassastı anlıyordum. “Sorun yok” dedim. Hastaneye gittik. Ben arabayı park ederken ardı ardına ambulanslar hastaneye girmeye başladı. Ambulanstan ilk indirilen hastayı gördüğümde küçük dilimi yutacaktım. Bizi rehin alan hırsızdı. İkinci ambulanstan ineni gördüğümde ise çığlık atıp bayıldım.
Murat beni ayılttığında merakla sordu, “Kimdi o?” diye… “Orhan” diyebildim sadece…  “Şimdi anlaşıldı” dedi. “Ne?” dedim. “Ambulanstan üçüncü olarak da uğruna terk edildiğin 18’lik kız indirildi. Bizim hırsız hızla giderken onların aracıyla çarpışmış. Durumları göründüklerinden daha iyiymiş” deyince rahatladım ne yalan söyleyeyim. Arkasından gülerek ekledi Murat, “Senin nişanlı hassas bir bölgesinden yaralanmış.” Utanarak yüzümü eğdim ama o gülmeye devam ediyordu.
Komiser Kemal bir araçtan inip yanımıza geldi. “Tesadüfün bu kadarı… Herhalde hırsızı gördünüz” dedi. Murat başını salladı. “Kendine geldiğinde sizinle yüzleştireceğiz” dedi Komiser Kemal. “Ama yarına kadar sürebilir.  Bir gün daha kalmanız mümkün mü?” diye sorduğumda Murat’a baktım. “Yine yazlıkta mı kalacağız?” diye. “Neden olmasın?” dedi. “Bayağı alıştık biz bu yazlığa”  dedim. Sonra da utandım... Aman Allahım "Biz" mi dedim ben?…

XXX

Murat birden gözlerimin içine baktı. “Nişanlını ziyaret etmek istemez misin?” diye soruverdi. Ne diyecektim şimdi. 
“Aslında ona bu ziyareti borçluyum” dedim. Beni odanın kapısında bekleyeceğini söyleyerek içeri yolladı. 2 dakika sonra çıktım. “Hayırdır, bu kadar kısa mı sürdü ziyaretin?” diye sordu. “Hasta ziyareti  dediğin kısa olur” diye sırıttım. 18’lik yeni sevgilisi ayaklanmıştı. Sıkıntılı sıkıntılı dolaşıyordu dışarıda. Beni görünce kim olduğumu sordu. Söyledim. Hiçbir şey demeden uzaklaştı.
Yine yazlıkta ve yine şöminenin önündeydik. Biraz durgunduk ama. “Yarın yollarımızın ayrılacak olması ne kötü?” diye düşünürken bunu sesli söylediğimi fark ettim. Murat, “Samsun’da yaşıyorum ben. Senin oraya gelmen imkansız. İşin gücün var” derken kendimi düşürdüğüm durum yüzünden kıpkırmızı olmuştum.
“İstanbul’da birkaç gün kalsan hiç değilse. Sana teşekkür bile edemedim. Misafirim olurdun” dedim. Yanıtı kısaydı: “Ben üç günlüğüne gelmiştim zaten. İznim bitti. Bir daha da ne zaman izin yaparım bilmiyorum.”
Yanıt moralimi bozmuş ama beni kendime de getirmişti. 3 gündür tanıdığım bir adam benim için şehrini mi değiştirecekti yani!
İzin isteyip odama çıktım. Sabah yolda giyeceklerimi üstüme giydim. Yatsam bile uyumayacağımı biliyordum çünkü.
Kalktığımda Murat kapının önündeydi. Beni bekliyordu. Son bir kez macera dolu 3 günü yaşadığım eve baktım. Kapıyı kilitleyip çıktım.
Yol boyunca fazla konuşmadık. İki kez yemek ve kahve molası verdik.
Sonra da onu havaalanına bıraktım. Vedalaşırken gözlerine bakmak istemedim. O gözlere bakarsam ayrılamam diye… Ama o çenemin altından kaldırıp zorla gözlerine bakmamı sağladı. Alnıma bir öpücük kondurdu. “Keşke…” dedi ama sözün devamını getiremedi. Ardından da arkasını dönüp gitti.

XXX

Zorunlu ve maceralı tatilim biteli bir hafta olmuştu. O sabah erkenden işyerine gittiğimde Sema daha gelmemişti bile. Projeye odaklanmaya çalıştım. Başardım da… Yani sanırım.
Sema telefonla konuşa konuşa odaya girdiğinde kafamı kaldırıp selam verdim. Belli belirsiz. Şaşırdı beni görünce… Her şeyi anlatmamı istedi. Anlattım. Anlatırken kah gülüyor kah gözümden gelen yaşları siliyordum.
Bana moral verecek güzel şeyler söylerken telefonu çaldı. Bir başka müşterimizle olan görüşmesinin saati değişmişti. Telefonu eliyle kapayıp bana “Bankaya bugün büyük bir ödeme yapmamız gerekiyordu. Ben gidemeyeceğim bu durumda, sen gider misin?” dedi.
Yapacak daha iyi bir şeyim yoktu şu anda. Hem banka dönüşü bir kahve molası verebilirdim kendime. Ceketimi ve çantamı aldım, ayağa kalktım. O hala müşterimiz şirketin temsilcisiyle görüşüyordu.
Bankadan içeri girdiğimde direkt müdürün odasına gitmem gerekiyordu. Dalgındım. Bir anda omzumda hissettiğim bir elle kendime geldim. Arkamı döndüğümde görmeyi düşündüğüm son kişiyi, Murat’ı gördüm.
“Sen… Nasıl geldin? Hani iznin yoktu?” derken sesim titriyordu. “İstifa ettim. İstanbul’a geldim. Eğer bana iyi evsahipliği yapar bu şehri sevdirirsen yerleşmeyi düşünüyorum” dedi.
Kalbim bir yarış atı olsaydı bu hızla kesin birinci gelirdi. Ama ben heyecandan nutku tutulmuş bir vaziyette kalakalmıştım. Benim şoka girmiş halimden korkmuş gibi ekledi Murat, “Şey bunu bankada konuşmasak. Bir yerlere gidip bir şeyler yesek.”
Tam ağzımı açmak üzereyken bankada bir kargaşa başladı. Bağırışlar çığlıklar. Herkes kaçıyordu. Bankanın ortasında sadece ikimiz ayakta, birbirimize bakıyorduk. Kapıya doğru döndüğümüzde karşımızda iki silahlı soyguncu vardı. Murat’la birbirimize baktık ve aynı anda şu sözcükler döküldü ağzımızdan: “Yine mi?”



1 yorum:

  1. Harika..... Her zaman söylediğim gibi kalemine hayranım ve kitabını sabırsızlıkla bekliyorum.

    YanıtlaSil