28 Mart 2021 Pazar

Böyle dost, düşman başına



Hikayemizin kahramanı kadın. 30 yaşında. Evli. Yoğun saatler çalıştığı bir işi var. Haftada bir gün o da hafta içi izin kullanıyor. Bu yüzden de liseden, üniversiteden arkadaşlarıyla görüşemiyor. Hatta yine bu yüzden, “burnu büyüklük”le suçlanıyor. Adı önemli değil. Siz istediğiniz ismi verebilirsiniz.

O gün heyecanlı. Çünkü yıllardır sadece telefondan ve mail ile görüştüğü arkadaşı ile yüz yüze görüşecek. Ama bu sıradan bir arkadaş değil. “En iyi” arkadaşı. Ya da o hep öyle sandı. Onunla görüşebilmek için, eşiyle birlikte yaptığı izin gününü değiştirdi. Çünkü arkadaşına o gün uyuyordu. Her ne kadar “burnu büyüklükle” suçlayan o kişi de olsa, ne de olsa “en iyi” arkadaşı. Görünce eski günlerdeki gibi olacaklar. Ya da o öyle sanıyor. Geçen yıllar içinde o “en iyi” arkadaş kendisini üzecek çok şey yaptı, ama ne de olsa “en iyi” arkadaşlar affedilirdi. O da affetti.

Arkadaşı çalışmıyor. Evli de değil. Hâlâ ailesinin evinde yaşıyor. Genç kızken o eve az girip çıkmadı kahramanımız. Büyük bir heyecanla gidiyor. Arabasını park edip yukarı çıkıyor. Her şey sanki araya yıllar girmemiş gibi olacak. Ya da o öyle sanıyor.

Annesi de evde arkadaşının. Önce bir selamlaşma, hoş gittin, beş gittin. Henüz geleli yarım saat bile olmamışken “en iyi” arkadaşa bir telefon geliyor. Sevgilisinden…

Kahramanımız, ne olduğunu bile anlayamamışken şöyle bir konuşmanın içinde buluyor kendisini: “Anne, arkadaşım evde değil dışarıda bir yerde oturmak istiyor, biz dışarıya çıkıyoruz.”
“Yoo, benim öyle bir isteğim olmadı hiç” diye geçiriyor aklından ama ona soran yok. Apar topar aşağıya iniyorlar. Kahramanımızın arabasına biniyor “en iyi” arkadaşı. Yola çıktıklarında, erkek arkadaşının onu görmeye geldiğini, annesinin görüşmesine izin vermeyeceği için böyle bir yalan uydurduğunu söylüyor. Biraz gittikten sonra köşede görünüyor sevgili… “En iyi” arkadaş, arkasına bile bakmadan arabadan iniyor, sevgilinin yanına gidiyor.

Onunla görüşebilmek için eşiyle iznini değiştiren kahramanımız önce ne yapacağını bilemiyor, duruyor. Arkadan çalan kornalarla kendine geliyor. Sinirinden ne yapacağını bilemez bir halde bilmediği yollarda buluyor kendini. Hem ağlıyor, hem böyle salak yerine konduğu için öfkeli… Neyse ki annesi yakında oturuyor. İzni berbat olmuşken bari ona gidiyor, dertleşmeye. Annesi ona çok önceleri o “en iyi” arkadaşın, aslında onu hiç arkadaşı olarak görmediğini, hiç iyiliğini istemediğini söylemişti. Ama kahramanımız “Olur mu hiç öyle şey” diye annesini terslemişti. Yıllar sonra annesinin dediği her şey bir bir olurken “bizzat yaşayarak” anladı. Ama dersler biraz acıtıcıydı.

30 yaşındaki bir yetişkinin erkek arkadaşıyla görüşmek için annesine yalan söylemesine mi şaşırsın, kullanıldığına mı, karar veremeyen kahramanımız bir süre o “en iyi” arkadaşıyla görüşmese de yine affetti. O da onu üzecek, kıracak şeyler yapmaya devam etti. Hem de bile bile. Bıçağı saplayıp bir de daha acıtsın diye iyice büken katiller gibi. Ama kahramanımızın da bir sabrı vardı. Damlaya damlaya göl oldu, taştı sabrı. Nihayet tüm bağlarını kopardı o “en iyi” arkadaşla. Sadece kendini aptal yerine koymasına izin verdiği için yine kendine kızıyor arada aklına gelince. Ama geç de olsa kurtulduğuna seviniyor. 

Ne demiş Paulo Coelho, “Yanlış insanlar zaman kaybı değil, doğru insanı tanıyabilmek için birer öğretmendir.” Kahramanımız da artık doğru insanları daha kısa zamanda bulabilmeye çalışıyor. Kimi zaman başarıyor, kimi zaman yeni bir ders aldığını yazıyor günlüğüne…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder